28 Mart 2007 Çarşamba

İnsanlar büyüdükçe, hayalleri küçülür mü?



Küçükken minik ayak tırnaklarıma kırmızı oje sürdürmeyi severdim. O minik tırnaklara oje sürmenin ne zor olduğunu tahmin edin.. Annem bunu sık sık yapmazdı sanırım henüz küçük olduğumu söyleyerek.. Hatırlamıyorum.. Tek hatırladığım çoraplarımın içinde de olsa, o minik kırmızı ojeli tırnaklar beni çok mutlu ederdi.. Küçücüktüm, kimbilir neye özeniyordum.. Neyse ki o zaman bolca bu isteğim karşılanmış olmalı ki, şimdi her yeri boyalı koket bir kadın olmadım..

Büyümek istemek sanırım o zamanlarda insanın en özlem duyduğu şey... Şu aralar tanıştığım üniversite öğrencilerine bakıyorum da.. O kadar bunalıyorlar ki vizelerden sınavlardan...Tek dertleri vizelerden kurtulup, okulu bitirip iyi bir iş bulmak ve para kazanmak... Babamın yada Annemin bana sarfettiği sözleri onlara söyler olmamak için, cümlelerimi özenli seçmeye çalışırken buluyorum kendimi karşılarında.. Sonra, dediklerimi anlamak için bu devreyi atlatmaları ve bunu kendi başlarına görmeleri gerek diye düşünüyorum.. Güzel universite yıllarını geride bıraktiktan ve hayallerine kavuştuktan sonra, keşke daha tadını çıkarsaydım o yılların gibi bir pişmanlık duymamaları için iyi temennilerde bulunuyorum içten içe sadece.. Sonra soruyorum kendime, üniversite yıllarımı mı özlüyorum?.. Büyümek için bende böyle mi acele ettim acaba?..

Ablam benden üç yaş büyük... Onun bana verdiği tavsiyelerin aslında benim üç yıl sonra yaşayabileceğim “ keşke” lerim için ön uyarı olduğunu daha yeni yeni idrak ediyorum.. Şimdiye kadar söylediği o tavsiyelerin birçoğunu sıkıntıyla dinlemiş ben, bugün o keşkeleri kendime mal ederken, aslında içten içe hak veriyorum o zaman ablamın dediklerine..

Büyümek sanırım, insanın kendi tecrübeleriyle yoğrulmak istemesi birazda... Siz ne derseniz deyin, karşınızdaki bile bile o kuyuya düşmek, o yola sapmak ve o kararı almak istiyor..Ve bu deneyimler sonunda da hiç kimselerden “ ben sana demiştim” cümlesini asla ve asla duymamak...

İnsan büyüdükçe neler oluyor... Geçen gün yeni doğum yapan arkadaşım Selma’nın annesi Neriman anneyle sohbet ediyorduk.. Ben onun kızı gibiyimdir.. Dolayısıyla saçma konuşma özgürlüğüm vardır.. Çünkü Neriman anne benim dediğimi çekip çevirirebilir kendi engin bilgi ve tecrübesiyle.. dedim ki “ zor birşeymiş doğum –annelik.. Büyüdükçe daha da zorlaşıyormuş yaşananlar.. ” Neriman anne yine anneliğine sığan harika bir cevap verdi bana “ Biz bunları yaşayacağız ki, daha büyükleri için güç kazanalım.. Hiç birşey kolay değil ki”... Karşısında oturan ben, bu büyük lafın nerelerden gelip- nereye gidebileceğini düşündüm epey duraklayarak..

Büyümek boya göre mi yoksa düşünce şekline göre mi değerlendirilmeli peki.... Büyüyünce daha mı az hata yapıyoruz... Küçükken neye gücümüz yeter.. Büyüyen insan hep dogru yollara mı sapıyor..

Freud’a göre en dogru resimleri çocukluk çağında yapıyormuşuz. Perspektif denen şeyi öğrenmediğimizden.. Çünkü perspektif sonradan öğrenilen birşeymiş.. İçimizden geleni unutup, resmimizi bile kurallara göre yapmaya başlayınca, anlayın ki büyüdük.. Büyüdük ve o büyüme faslında, kendimizce açıklamalara dayandırdık resimlerimizi bile... Küçükken anlamadığımız veya reddettiğimiz kurallara – şimdi sıkı sıkıya bağlıydık... Aynı perspektif gibi... Geride olan imaj küçük olur.. İnsan bedeni, bilmem kaç kafa uzunluğundadir.. Yüz yüksekliği -Yüz genişliği ile eşit orantıdadir.. Ve buna aslında altın oran denir. Michelangelo, Albrecht Dürer, Da Vinci ve digerlerinin sanat eserlerinde, Altın Orana bilinçli ve dikkatli bir bağlılık sözkonusudur...Ve bu altın oran- binbir hesap içinde bir sayı orantısına dönüşür. Beethoven in Beşinci Senfonisinde, Bartok'un, Debussy'nin ve Shubert'in eserlerinde de gozükür. Stradivarius'un bile ünlü kemanlarındaki F deliklerinin yerlerini belirlemekte altın oranı kullandıgı bilinmektedir.. Altın oran mukemmelliğe giden bir oran olmaya başlar.. Mukemmeliğe varırken, aslında birçok hesap yapılır.. Ve bu oranlara varmak için hesaplara bağlı kalmaya başlanır.. Çünkü mükemmele götüren mutlak doğrular onlardır..Ve biz; o mutlak doğrular ve bunlara ulaşmak için hesapların içinde büyüdüğümüzü sanırken, ellerimize boya bulaşa bulaşa yaptığımız çocukluk resimlerimizdeki nedenlerden de uzak düşeriz..

Peki büyümek nedir...Boydan büyüyor.. Kafamızda binlerce büyük laf taşıyor ve büyümek denen olgunluğu bazen yaşımız kadar, bazen olgunluğu taklit ederek başarıyoruz da, ya içimizde büyümek ne anlama geliyor...

Küçükken cesurduk belki de.. Korkularımızın karşında çekebileceğimiz ışın kılıçlarımız vardı... ve yalnız kalmaktan asla korkmayacagımız hayali arkadaşlarımız.... Saatler, uykuda olunan ve oyunda geçen saatler diye ikiye bölünürdü.. Plastik bardak ve tabaklara hayali yemekler koyup yerdik. Evcilik oyunlarında, koca karakterini oynayan arkadaşımızın kırmızı chevrolet arabası vardı kredi çekerek almadığı... Oyuncak bebeklerimiz ancak istediğimizde ağlardı.. Silahlardan hava bile çıkmazdı karşımızdakini güle güle öldürdüğümüzü sanırken... Hepimiz streteskop ile doktor olurduk.. Sınavı kazandık mı? Tus’u geçtik mi derdimiz olmadan...

O zaman kocaman hayallerimiz vardı korkusuz, hesapsız... Şimdi ise hayallerimizi nereye saklayacağımızı bilmeden, altın kuralı dogru öğrendik mi –doğru uyguladık mı –mükemmele yaklaştık mı diye sorup duruyoruz kendimize... Perspektifi bilmediğimiz çocukluk çağımızdaki resim yapma heyecanını kaybederek...hesaplara boğularak...

Annem minik ayak tırnaklarımı oje sürerken, hep ona parmaklarımın arkasındaki kaşınmadan ve deri değişiminden bahsederdim... Ve o hep bana “ büyüyorsun, ondan “ derdi...

Büyüdüm .. Vücudum altın orana sadık kalarak büyüdü..

Ama gelin görün ki içim,
küçüklüğümde yaptığım gibi evin duvarlarına
boydan boya rengarenk çöp adamlar çizmek istiyor hala...

hayatimdaki amca rolu oynayanlar


benim amcalarim yok artik. hepsini kalpten kaybettik. ama nasil oluyorsa hayatima giren ve cikan pek cok amca rolunu alan amcalarim oldu. her ulkede amcalarim vardir.

pakistan'da babamin ortagi Bashir Uncle var. pakistan'daki amcalar daha mesafeli ama yinede sevecen oluyordu. Bashir Uncle babami kaybettikten sonra bize manevi destegi cok oldu ve olmaya devam eder. annemin vize islemleri, ev vergileri, ayak isleri, Bashir Uncle'in adamlari yapar :) adamlarinin motorlari olur, hatta birisi ilk okula giderken beni motorla eve getiriyordu (babam ilk gun beni okulda unuttu ve o gunden sonra ilk okuldan eve donusler motorla oldu, cok eglenmistim)

amerika'da universite yillarinda Bob vardi. amerika'da "uncle" denilmezdi. tercih iste. Bob benim amerikan babam oldu ve hafta sonlari brunch yapardik. universitenin bana onerdigi aile hosuma gitmedi (ismimi bile telaffuz edemiyorlardi) ve Bob'la tanistigim zaman ona bana destek vermesi icin teklifde bulundum. Bob'un 6 cocugu vardi (hepsi evli filan) ve irem onun yegeni olmak istiyordu. Bob baya bi gulmustu o zaman. "ne yapmam gerekiyor" sormustu. ben de bunu demistim "hafta sonlari bana yemek ismarla, ihtiyaclarim olunca destek ol vs." Bob "oluur, kolaymis" dedi. Bob mezuniyet torenime gelmisti, annemler gelememisti ve Bob ailemi temsil etmis oldu.

turkiye'de amca sayisi daha fazla. Monad amcam var. Monad amca babamin eski arkadasi. pakistan'da Monad amca diplomat olarak bulunmustu ve benim kivircik minik halimi bilir. ava cikan, partilerde dans eden, kulturlu, raki icmeyi bilen, siir yazan ve babamla felsefi sohbetler eden biri. turkiye'ye geldigim zaman zaturee oldugumda bana zaturee'nin ingilizcesini soylemisti (doktor bana soyledigi zaman anlamamistim) ve ignelerimi yaptirmak icin eczane'ye goturmustu. en berbat gunlerimde yanimdaydi. kopegi Yagmur'u park goturmek icin once arabasinda gezdiren biri. ressam kendisi. acilis gunlerinde bi kac kez gittim ve acayip eglendim. arada sirada iyi bir sinema keyfi yapariz ve uzerinde tartisiriz. babamla olan iliskisini anlatir ve babamin bazi kati yonleriyle dalga gecer ve guleriz. milli maclari seyretmek icin ideal biridir.

bir de Haluk amcam var. Haluk amcam emekli buyukelci ve eski dis isleri bakani. ilk tanismamiz NATO konferanslarda olmustu ve onunla bir kac ay calismisttik. 82 yasindaydi o zamanlar, yaslandikca asabiyetiyle birlikte sanki yumusuyor ya da artik bana yumusak davraniyor. gece yatmaz, gec kalkar, en verimli saatleri gecenin 20.00 lerde yani dunya dukkani kapatmis oluyor ve Haluk amca ayakta, turk atlantik konsey baskanligini yapmaya devam ediyor, konferanslara gidiyor ve konusma yapiyor, davetlere katiliyor. ben o yasa geldigimde o hareketi isteyecegim. yasam enerjisini beslemeye devam ediyor. esini kanserden kaybetti, 10 seneden fazla oldu yalniz, daha esinden bahsederken gozleri doluyor. dun bana "sevgini tek bir kisiye soylemelisin, herkes hak etmez bunu" dedi. ben oyle kaldim. nasildir bu sevgi? Haluk amcamla gec vakite kadar calisttik, catir catir konusmasini yazdik ama ondan once bir saat 1954'ten 1991'e kadar bir kac hatirasini anlatti. bu genelde isinma hareketleridir. kendisini hazirliyor. beni bir kac sefer aglatti. ilki bana kizmistti asabiydi ve bagirmisti (tanistigimiz ilk sene). ikincisi bana "ataturk kizi" demisti ve bana duydugu gururunu anlatmistti, aglamisttim. duygusaliz birlikte vakit gecirdigimiz zaman.

her amca baska bir goreve ustleniyor iste. onlarin benim hayatima girmeleri, beni onurlandiran davranislarda bulunmalari cok hos bir duygu. iyi ki varsiniz!

27 Mart 2007 Salı

Gece Kuşundan sevgilerle


Ben bir gece kuşuyum en bayıldığım saatler sabaha karşı olan saatler ve en verimli çalıştığım saatler..... Bir martı kadar özgür ve süzüle süzüle... sessizce çalıştığım saatler..... Bu arada çalışırken bizim siteye bakayım dedim...Ve şaşırdım... Kızlar bakıyorum Thai masajı sonrası hepiniz yere serildiniz sesiniz soluğunuz azaldı....Berrin, Selen, Zeynep sizlere ne oldu??? Anushila hadi sen de başla artık....

Valla yazılarınızı özledim, Nilambara'cığım yazılarının devamını dört gözle bekliyorum....ve bir kez daha tebrik ediyorum...Sizin gibi yazarlar dururken benim yazmam olmuyor......Yazılarınızı dört gözle bekliyorum...

Eşsiz tofucanlara tüm sevgimle......

Brajabanita
Özgür Martı
01.41

26 Mart 2007 Pazartesi

Nilambara'nın Yazısı

http://www.indigodergisi.com/nilgundogan_18.htm



Heeeyyy... Nilambara'nın yazısı İndigo'nun Mart sayısında yayınlanmış... :)
Biliyor muydunuz? Biliyorduysanız niye söylemediniz Nilambara?
Çok mutlu oldum yazınızı orada görünce... Yenilerini bekliyorum...

Hem Tofu'ya, hem de İndigo'ya... Yaşasınnn...

24 Mart 2007 Cumartesi

ÖYKÜ 2- Kaçanlar bilmezler ki aşk yalnızca kaçanları bulur

En büyük prangalarımız korkularımızın esiri olduk. İnançlarımızın önüne korkularımız geçti hep... Korkularımızla engelledik, azalttık yaşamlarımızı...

Bilirmisiniz ki doğuştan sahip olmadığımız, sonradan öğrenilen tek duygudur korku... Doğamıza aykırı bu duygu ile yaşamlarımıza en büyük sekteyi kendimiz vurduk. Cesurca gidemedik inançlarımızın peşinden, korkuyla dinledik yüreğimizin sesini ve hep “acaba?” dedik zamanı kaçırdık, iş işten geçti “ah!” dedik “ah niye dinlemedim kendimi”

Hep kaçtık, sandık ki kaçarsak güvendeyiz, bilemedik ki en büyük mutluluklar en büyük risklerin ardındadır... ve gerçek güven o mutluluğun içindedir...

Hep kaçarken aşklardan, üzülmemek için riskleri göze alamazken baktık ki aşk aslında yanıbaşımızdan da yakında, içimizde...

Korkunun en büyük düşmanı aşk, aşkın en büyük düşmanı korku... Doğamızda olan aşkı, korkularımızla boğduk, yaşama sekte vurduk...

Bilemedik ki, aşk yener en büyük riskleri, en büyük rakipleri, en büyük güçlükleri...

Ve ne mutlu ki, birgün aşk bağırdı “ben buradayım, bırak beni, salıver artık... unut korkularını, ben korurum seni herşeyden, yeter ki güven bana... bırak kendini, salıver artık...”

Teşekkürler AŞK, iyi ki beni buldun, iyi ki seni buldum...

12/07/2006

21 Mart 2007 Çarşamba

OLGUNLUK

(Yazarı bilinmiyor-Sizinle paylaşmak istedim.)


Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dısarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran iliskiler, yeni tanısmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya basladım.Iliskilerde tasarrufa gidiyorsun her seyde oldugu gibi ve gereksiz insanlari hayatindan atmak istiyorsun.

Yapmacik, inanmadan konusmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konusmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.Istedigime istedigimi deme özgürlügüne sahibim, elestirme hakkını olusturan yasamislık ve yeterli yas faktörü artik bende de var.

"Ben demistim" ,"ben bilirim","ben zaten anlamıstım", sendromunda olanlarla arkadasliklari bir kez daha sorguluyorsun. İliskilerini sadelestirmeye baslayinca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. Iyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç oldugunda göçmen kuslar gibi sicaga uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayri düsenler kalıyor.

Zamanın ne kadar kıymetli oldugunu ögreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan oldugu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulasabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de ögrendim gide gele.

Bos geçen her saniye degerli artık. Daha yapılacak çok sey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana degilim.Gerektiginde "HAYIR" demeyi ögrendim ve bu kelime basta karsındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor. Sevgiye önem verme gerektigini, zamanı geldiginde elinde sadece sevginin kalacagını biliyorum.

Sevgi paylasildıkça olusuyor, olgunlasıyor. Aileme ve seçtigim tüm dostlarıma daha önce göstermedigim sevgi,anlayis ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu oldugu hatırlanıp anılıyor.

Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya basladılar. Verecegim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir sey ögrenilmiyor. Yasamıslıgın olusturdugu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.

Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmis dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylasmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına popomun sıgmadıgı düsük bel pantolonlara sıgmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim. Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı .

Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hosuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken simdi zevk aldıgım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabilecegim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm olustu.

Sonra Sezen'in sarkısındaki gibi anneni daha sık düsünüyorsun ve hatta anlıyorsun. Iste bu yeni alısmaya baslanan ve giderek hosa giden yeni duruma olgunluk deniyor.

Yasamıslıgın, görmüslügün, geride kalmıs üflenmis dogum günü mumlarının bir sonucu kendiliginden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.

Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadıgına göre degisiyor bu olgunluk çagına ermek. Inanın bana hayattaki düsüsler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.

Kendi dünyanın küçüklügünü kesfetmek ve buna ragmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor. Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunlugu bulmasını diliyorum..


(......)

19 Mart 2007 Pazartesi

Hoşgeldiniz Üstadlar!


Epey yoruldunuz ama sonunda guzel birşey başardınız sevgili tofucanlar... Hepinizi tebrik ediyorum... Özellikle Ankara'dan giden grubun hakkını yememek lazım ... Dört hafta üst üste her hafta sonu çalışan kişiler olarak gerçekten muhteşem birşey başardınız ve sizleri ayrıca yürekten takdir ediyorum....

Şimdi kısa geçmişe gitti biran zihnim ve bana çok değerli bir hocamın bir keresinde "birşeyi "aşkla" yaptığınızda ona tüm enerjinizi sonuna kadar verirsiniz ve eğer birşey sona erdiyse bilin ki o "aşk" bitmiştir" sözlerini hatırladım... Bunu söylerken hıçkırarak ağlıyordu bugün gibi zihnimde......o an sadece susmuştum... içimden ona sadece sarılmak gelmişti, sarılmıştım ve hala ona sarılır ve ona sevgimi gönderirim....Tüm yüreğimle...

En önemli şey gerçekten yürekten sevgiyle yapabilmek her şekilde ve şartta...Sizler 1 ay boyunca maddi, manevi şartlarınızı zorlayarak kendiniz ve bütün için çok güzel birşey yaptınız ve ben bu yaptığınızı taa yüreğimde hissediyorum. 4 haftalık çalışmanın öncelikle içinizde size çok güzel kapılar açacağına ve bu ışığı da hepimize yayacağınızı biliyorum.

Sevgili özgür Üstadlarım yolunuz sevgiyle açık olsun......


Brajabanita
Özgür Martı
19.3.2007

tren yolculugu


ilk tren yolculugumu fas'ta gerceklestirmistim. elif'le tren'e binip 3 saat casablanca- marrakech yolculugu cok keyifli gecmisti. kaktusler agac gibi buyumusler, turistlerle bilgi paylasimi, elif'in annesinin yaptigi pogacalari yemek ve arada bi kabinlerde yuruyuse cikmak gibi faaliyetler surdurmustuk. gunduz olmasina ragmen huzurluydu. sigara icmek isteyenler minik katlanan camlardan disari ufluyorlardi. takatak takatak ses arada sirada bilincli duyuyorduk sonrada arka planda kaliyordu.

ikinci tren yolculugum dun gece istanbul- ankara fatih express'le oldu. bu yolculugu nilambara ve burcuyla paylasmis oldum. yine mart ayi. fas tren deneyimimde mart'ta olmusttu. ne ilginc. istanbul'u yeniden dolu dolu yasamistim- yillar sonra reiki masterimla gorustum, burcuyla taksim'de harika bir dondurmaci bulduk, yeni arkadaslarla sohbetler, deli gibi dans ettim, hint yemegi ellerimle yedim, vapura bindim, bir bucuk saatlik thai yoga masaj therapi sirasinda uyudum, haydarpasa tren istasyonun eski restoraninda su ictim... o restoranin duvarlari mozaikti ve yine fas'i hatirlatti. belki fas'a gitmem gerekiyor yakin zamanda. istedigin her seyi az bir vakitte yasamak boyleymis, yorulmamin sebebi buymus- cok bilgi akiyor, cok sey ogreniyorsun (mesela futbol manajer oyundan baska oyunlarda var ve izlemek baya eglenceli :), kudus'un ingilizcesi jerusalem, tunel denildiginde minik eski bir tramvay var ve acayip titriyor icindeyken, jetonu atip turnikeden gecemedigim zaman jeton geri dusuyor panik yapmak yook irem), ve de yardim istiyorsan yardim mutlaka gelir.

trendeyiz. herkes bavulunu yerlestiriyor. kizlarin ikea alis verisleri agir. koltuklar genis ama arkaya yaslanmakta pek faydasini goremiyorum. tek koltuklu yer meger bir bay yaniymis, hep beraber oturmak istediymiz icin tek koltuklunun sahibi gelinceye kadar bekledik ki anlasma yapalim (o bizim yere otursun biz de onun gibi bir anlasma). tatli bir adam geldi "problem yok" dedi, hep beraber ona reiki gonderdik :) gece boyunca acilip kapanan viczzt vizzct otomatik kapi sesi, kosan cocuklar, durdugu her yerde bagiran insanlar (kim olduklarini bilmiyorum), her goz acmada tren durmus ve cok bekliyoruz... gun dogudu manzaraya bakayim dedim siyah plastik torbalar ucusuyor, ne olmus bizim tatli manzaraya ya? yesillige bak irem dedim, torbalara konsantre olma, bu da gececek, takataktakatak gecti. zaman diye bir sey kalmamisti. harekette olan binlerce nesne vardi ve ne olursa olsun hareket etmeye devam edecekti. ben izleyebilirim ya da gozlerimi kapatirim.

ben izlemek istedim.

yolculuk baslamadan once burcu bana donup sunu demisti "tren yolculuklari enteresan oluyor, cesitli insanlarla tanisiyorsun". ben tren'de hic kimseyle tanismadim ama camdan disari bakarken kendimi gordum. benim evrenim sessiz ve sakindi.

16 Mart 2007 Cuma

İstanbul’da Ankara ve Yaş: 39

Bora Ercan- http://www.yogahariom.com/hariom_bora_ercan.asp

İstanbul’da yaşıyorum son altı yıldır, ama Ankara’daymışım gibi hep. Belki de burada bütün dostlarımın, arkadaşlarımın bir şekilde Ankara’yla bağlantısı olmasındandır bu. Gün geçmiyor ki bir Ankara muhabbeti dönmesin aramızda. Bizim yoga merkezine devam edenlerin çoğunluğu da öyle...

Ve Ankara hep yaşamımızda nitekim yaklaşık iki ay önce, Ankara’dan gelen telefon Tai masaj kursları hakkında bilgi istiyordu. Tofucanlarla ilk tanışmam böylece gerçekleşti. Onlara inandım çünkü Ankara’da söz İstanbul’a göre daha ağırdır. Onların isteği, emeği bende sevinç yarattı. Onları tanımaktan ve burada yazmaktan mutluyum.


Yaklaşık on iki yıl falan önceydi. Ankara’daydık. Jak ve Janet Esim’in Seferad Şarkıları yeni çıkmıştı. O güzel melodileri, Güvenlik Caddesi’nde Meclis Parkı’na bakan terasımızda akşam vakitleri şarabımız eşliğinde dinliyorduk. Ne sağlam kitaplar okurduk o zamanlar...

13 Mart gecesi, yoga dersimi verdikten sonra atladım taksiye. Kurak geçen günlerde yağmurlu bir gece sevindirici. İçimden kuşlar kanatlanıyor. İstikamet Çiçekçi. Yani bir semt adı İstanbul’da. O semtte Gül kalıyor. Hem semt, hem de isimler çok güzel ve ben onları seviyorum.

Gül’ü alıp Taksim’de tam zamanında Jazz Cafe’deyiz. Sahnede Jak ve Janet Esim, arkada Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur ve Yahya Dai, diğer isimlerini bilmediğim müzisyenler bağışlasınlar beni.

Yaşamımın en güzel doğum günlerinden biri bu benim için. Saat 00.01 itibarıyla yeni bir yaştayım. Konu yaşlanmakta değil elbette ihtiyarlamamakta. Zaman zaman yılların yükünü omuzlarımda hissetsem de geçtiğimiz günlerde hakkında yapılan ilk sinema filmini seyrettiğimiz Nazım Hikmet’in dediği gibi “Yaşamak Güzel Şey be Kardeşim”.

Anlatacak çok şey var, ama şimdilik benden bu kadar, malum burası İstanbul, keşke Ankara’da olsaydım inanın daha uzun yazardım...


Bora Ercan /Yoga Hariom

sigara ve ben


annem sigarasiyla arkadas olan biridir. hamileyken birakan ama sonra devam eden biri. mutfakta yemek pisirirken icmez, sokakta icmez, minik cocuklarin oldugu ortamda icmez. dusunceli oldugu zamanlarda ("ah bu kizim ne zaman yerinde oturacak dusunceleri", "ah ne zaman sabirli olacak" olan dusunceler), kahvesiyle, sohbet ederken, kitap okurken, bahcesinde kuslarin seslerini dinlerken sigarasini yakar ve sessizce kendisiyle dialoga gecer. ona ziyarete gittigimde kendi evi olmasina ragmen sigarasini disarda icer. cocuklugumdan beri sigara dumanini pencereye dogru uflemistir. ben dudaklarima sigarayi alip icermis gibi yaptigim zaman cok kizardi, "yapma kizim, hic bir zaman icme" derdi. abim onun sigara paketini buzluga saklamisti, bi kez balkondan aşaği atmistim, baska bir sefer tek tek sifondan cekmistim... surekli paradoks halinde yasadim. eger benim icmemi istemiyorsa neden kendisi iciyor. eger bu evde iciliyorsa ve sagliksizsa neden iciliyor. icilmeyecek bir seyse ben nasil bununla yasamaliyim. bu sorular bugune kadar devam etmistir.

bir kac aydir is yerimizde sigara icen arkadaslar aslinda cogu yabanci uzmanlar odalarindan cikip koridorlarda yuruyus yaparken sigara dumanlarini herkese bulastirdiklari icin tepki gormeye basladilar. 4 senedir icme yasagi yokken birden "lutfen balkonda icin" demek tabii ki gerginlik yaratti. her seferinde "rahatsiz oldugum sey sigara, siz degil" dedigim zaman anlayis kapasite artiyor ama yine de mutsuzluk var. mutsuzluk baska problemlere yol aciyor. sevdigim insanlar sigara iciyor ama bu demek degildir ki ben onlari sevmiyorum. ikisini ayirmak istiyorum ve bazen basaramiyorum. ne kadar bir insani oldugu gibi sevmeliyim desem de icimde, sigara konusuna gelince zorlaniyorum.

herkesin hayati kendi hayati. herkes nasil isterse yasar. ne yapmak istiyorsaniz onu yapmalisiniz zaten. nasil annem sigarayi azalttigi zaman "kalp atislarim cok hizlandi ayni miktari korumak zorundayim" mantigini yurtup cok sukur saglik durumu yine iyise, ben de gunde bir cikolata yiyip serotonin mutluluk hormonunu salgilayip bir kac dakika sekerin verdigi tatli dunyasinda yasamak istiyorum. hepsi secim. basit. basit olmayan o secimlerin icinde hep beraber huzurlu olmak. secimlerde bilincli olmak ve bilinclerini yukseltmek isteyene de destek vermek hayatimiza anlam kazandirir.

bu arada sigarayi birakmak isteyenlere seve seve EFT (emotional freedom technique) uygulamaya hazirim :)

11 Mart 2007 Pazar

Bu sene Betül'e de cemre düşsün


Ben bu sene kendim için bir ayrıcalık istiyorum,cemre istiyorum. Onun damarlarımda dolaşmasını istiyorum. Damarlarıma girdiğini hissediyim, kalbime gelsin orda çoğalsın bütün vücuduma dağılsın.Vücut ısım yükselsin, enerjiye dönüşsün. Çok birşey değil aslında, motor 1.4 iken 1.8 olsun, birde turbo olursa yemede yanında yat.

Yapmak istediğim, yıl başlangıcında listeme girmiş ama uyuşukluktan yapılamamış, ihmal edilmiş bütün numaralandırılmış istekler, sıraya geçin. Zaman aşımına uğramış olanlar öne geçsinler. Kanıma cemre düştü,elimden hiçbir istek numarası kurtulamaz. Hayatı, insanları çiçekleri, böcekleri daha çok seveyim yok listemde. Liste tamamen bencilce yapılmış. Kişisel gelişimin Betül'cesi Betülsel gelişim. Betülsel gelişimin anlaşılması kolay. Adı geşen kişi istediği herşeyi öğrenip, kendini geliştiriyor. Atlıyor, hopluyor, zıplıyor.

İşte cemre benim bu gelişimimi tamamlamak için gerekli. İnsanı bütün olarak kabul etmemek gerek. Bazen zihinle vücut senkronize olamıyor. Vücut zihinden geçenleri yapabilecek hıza sahip değilse, benim gibi cemre gücüne ihtiyaç duyulabiliyor.

Yılın sonunda listeme bakıp, Betül'e cemre düşüp düşmediği konusunda merak edenleri aydınlatacağım. Yapılanların oranı yüzde yetmişe ulaşırsa, bu cemre işine inanasım gelecek haberiniz ola....


Beto

8 Mart 2007 Perşembe

kadın olmanın tarifini yapıyorum


bu sosyal içerikli bir yazı değildir...
öylesine yazıldı

kadının
yüzünde gülümseme olmalı
gülümsediği zaman akıllara
güneş gelmeli
hava bulutlu olsada

büyümeli
ama ruhu çocuk kalmalı
yaramaz olmalı
yaramazlık sevmeli
merak edip - kural tanımamalı ( çoğu zaman)

kalp denilen organın
sevmek için var olduğunu bilmeli
sevmek kıymetlidir
o zaman sevdiklerim de kıymetlidir demeli
inanarak
ağlamalı - özlemeli - sıkıca sarılabilmeli

zaten yapacaksa keyfini çıkarmalı
bazı şeylerin
kutsal bir töreni icra eder gibi
yemek pişirmeli - çay hazırlamalı
misafir ağırlamalı ve gülümsemeli

komik ve neşeli olmalı
havalara girmemeli
ironi sevmeli - fark etmeli
zeka önemli - bazı şeyler doğuştan
ilahidir
kıymetini bilmeli

gerçekten istiyorsa
pes etmemeli - sabretmeli
bakın bana
benim için kimse şiir yazmıyor
asla pes etmiyorum
hala şiir istiyorum

müzikleri ayırt edebilmeli
yanlızca güzel kızlar güzel müzikler dinler
gibi bir inanca sahip olmalı
ruhunu beslemeli ki
sakin ve huzurlu olsun

kadın dediğin
kendini sevmeli - önemsemeli
böyle işte

KADINLAR BİRLİĞİ


Bugün dünya kadınlar günü ya.. Belki ondan bu yazıyı yazdığımı düşüneceksiniz.. Ben kadınların eşitliğini ya da üstünlüğünü hiç savunmuyorum.. Onlar varlar.. Onlar içlerindeki tüm güzellikleri ile hayatımızdalar... Bugün güzel bir gün.. Bugün kadınlar günü olabilir ama yarında bizim günümüz..Sonraki günler de..


Bizler çok şanslı kadınlarız belki de.. Çok zor şartlarda ve sırf kadın olduğu için daha da zor koşullarda yaşayan-yaşatılmayan kadınlar için adledilmiş bir gün olabilir bugün.. Buna asla duyarsız kalamam.. Ama buna “kadın” olduğu için değil, önce konu insan olduğu için duyarsız kalamıyorum.. O yüzden kadınlar günü denen şeyi sevmiyorum.. Bu günün özellikle vurgulanmasının Kadın’a bir yarar değil, insan olarak ayrımcılığa neden olduğunu düşünüyorum... Kadın hakkı diye bir şey yoktur, insan hakkı vardır.. Ve biz bu hakları ikiye böldükçe ayrımcılık artar.. Yine de, Tofucanlar Dünya Kadınlar gününüz kutlu olsun diyorum..
-

KADINLAR BİRLİĞİ

"İki kadının rahatlıkla birbirlerinin omuzlarında ağlayabildiğini, ama iki erkeğin asla bunu yapamadığını" ilk kez bir erkek gözüyle Güçlü’den duydum.. Hiç farkına varamamıştım o zamana kadar. Oysa ben erkek dünyasında her kadının ne kadar zorluk çektiğine dair söylenir dururdum.. Ama olayın bir de bambaşka bir yanı varmış.. Kadınlar Birliği..

Kadınlar girdiği her ortamı farklılaştırdığını–sırf erkeklerin olduğu bir ortama erkek olarak girmediğimden anlamamışım.. Onu nasıl öğrendiğimi hiç sormayın.

Kadınların aslında potansiyellerinin çok üstüne çıkabileceğini ve gerçek anlamda beceri sahibi olduğunu –denemeden öğrenmemişim.. İşe gitmek, erkek dünyasında var olmaya çalışmak, para kazanmak, çekip çevirmek,düzen kurmak, sevgi ve anlayış dağıtmak, estetik katmak-yaratmak, doğurmak, büyütmek, büyümek, üretmek,.. ve tüm bunlara rağmen bir de bakımlı kalabilmek...

Bir annenin ne kutsal olduğunu – doğumuna şurada 10 gün kalan en yakın arkadaşımın gelecek bebeği için kurduğumuz hayallerin ardından , annelerimize daha çok hak vermeye başladığımızda anladım. Gözlerimiz doldu tüm o yılları düşündükçe... Gözlerim doldu, 20 yıllık arkadaşımın yaklaşan doğumunu düşününce sonra... Annelerimiz bizi, hatasıyla, sevabıyla ama tüm sevgileri ve özverileriyle pamuklara sarıp sarmaladığı ve bu yaşa getirdiklerinde anca anlayabildik belki de biz bunu.. 10 gün sonra bebeğini seveceğim, 11 yaşında beraber okul sırası paylaştığım arkadaşımdı şimdi anne olan..

Bir yemeğin bir tarifi olup, o tarifi ancak Annen yapınca gerçekten lezzetli olduğunu öğrendim mesela ben.. Yıllarca, bıkmadan, usanmadan her sabah ve her akşam içine sevgi katmış o yemeklerin.. Ben hiç farkına varmamışım.. Kendi evime geldiğimde yemek olmadığını görünce anladım bunu.. Onun tarifine göre pilav yaptığım halde onunki gibi olmadığını ve bana söylemediği başka bir sırrı olduğunu sorup duruyorum hep,.. kahkahalarla gülüyor bana... Niye ki?

Kendimi sıkıntının ve karmaşanın ortasında hissettiğimde, bana ayna tutan ve yol gösterici arkadaşlarım olduğunu gördüm sonra.. Bunların hepsi harika kadınlardı..Ve biliyordum ki, yürekleriyle konuştular hep.. Erkek dünyasındaki giyindiğin savunma mekanizmasını üstünden çıkartabilirdin onlarla.. Çünkü onlar kadındı ve aynı dili konuşurlardı..

İş dünyası var sonra... Zor olan.. Ama kadın olduğum için bunu avantaja çevirmeyi öğrendim yeni yeni... Şimdiye kadar kimseyle bilek güreşine girişmedim, ama dakika da 1000 kelime sarfettiğim görüldü.. Sistemi bozdum işte..Güreşe tutulacak bir bilek gücüm olmadığı için, kelimelerin gücünü kullandım.. Kıvırmadan, kıvırtmadan “adam” gibi konuşarak.. Erkek dünyasında iyi “ işadamı” olmak için iyi konuşmak gerekiyordu...Güç, sözcüklerdeydi. Şimdi “iş kadını” oldu o kelime bu dünyada ki diğer gücün yarısı...

Bir kadının, çok zor şeylerin üstesinden gelebildiğini şimdi şimdi görebiliyorum daha.. Babam yurtdışında okurken, ablam ve bana tek başına bakan annemin ne kadar güçlü olabildiğini.. Şimdi anlayabiliyorum, ayakta kaldığım saatler boyunca günü kaç parçaya böldüğümde ancak... ve daha henüz annemin yaşında ve iki çocuğum yokken bunu deme cesaretini gösteriyorum affınıza sığınarak...

Başka kadınlar da var hayatımda.. Mesela kendi annemden ayırt etmediğim, yeni Annem..İnci Annem.. Bana gelini ya da kızı olduğu için değil, kendinden biri olduğu için hep özel davrandı..Gözlerindeki samimiyetinde hep bunu gördüm.... Bende onda hep o güçlü kadını.. Gücü sevgisinden gelen...

Bana yardıma gelen ve evimizi temizleyen Türkan abla var sonra..Geldiği her sabah kahvaltı yapıyoruz beraber... Her seferinde “çok konuştuk hadi iş zamanı” diyip kalkıyor masadan.. İki kadın; yaşı, yaşamı, hayatı ne kadar farklı olsa da buluyor konuşacak, birbirinden öğrenecek bir şey işte.. Kahvaltıdan kalkıp, ben işe gitmek için hazırlanmaya başlarken , Türkan abla Kral tv’i açıyor, koltukları kaldırırken çığırarak İbrahim Tatlıses’ten bir türkü söylemeye başlıyor sonra..

Daha sonra Annemin arkadaşları var... Teyzeler... Evlendim ya.. Günlerine beni de çağırıyorlar:) Komik olan ben onlara hala teyze derken, artık benimle benimde bildiğim dilden konuşuyor olmaları.. Düşünüyorum da , çok yakın zaman öncesinde bizim evde yapılan teyzeler gününde - "merhaba nasılsınız (yalancı tebessüm)–ben de iyiyim haha (Yalancı kahkaha) – çok teşekkürler" dememek için merdiven arasından odama kaçan ben –şimdi bu teyzelerin arasında onları dinliyor, üstüne keyif alıyor onlarla kahkahalar atıyorum.. Geçen gün yolda gördüğüm birine “ bize de beklerim ” dediğim de oldu.. Bekliyorum da gerçekten...

Sonra Tofu kadınları var hayatımda .. Bunlar hepsi birbirinden güzeller.. Hepsi yeniden keşfedilecek bir gezegen gibi benim için.. Onlarda, bir yandan kendi hayatlarında varlıklarını sürdürmeye çalışırken, Tofu ile hayatı benimle-bizimle paylaşarak, üretiyor, yazıyor, katılımcı oluyorlar.. Hayata katıyor, katlıyor, çoğaltıyor, üretiyor ve büyüyorlar.. Kadınlar birliği buna deniyor sanırım.. Hepimiz hayatlarına devam ederken, burada birşeyler yazmak –paylaşmak için hevesli olmasında yatıyor bu birliğin gerçek sırrı.. Buna Kadın birliği deniyor..
-
Hayatımda ki tüm kadınları çok seviyorum.. Sanmayın ki erkekler için bu kadar yazmam.. Babalar günü gibi bir günde Tofu'yu kapatabilirim oysa.. Güçlü'yü anlatsam yer kalmaz... Onları da çok seviyorum. Çünkü bana sevmeyi bir kadın ögretti..

Biz kadınlar...Varız işte.... Biz tofudayız.. biz hayatın içindeyiz.... katıyor, katlanıyor, çoğaltıyoruz....

İki kadın birbirinin omzuna dayanıp, çok güçlü olabilir ...
10 kadın ise kocaman bir sevgi çemberi kurup, bir Tofu yaratabilir..
İşte böyle...

Kadınlar günümüz pek kutlu olsun ...

5 Mart 2007 Pazartesi

istanbul maceraları


istanbulda yasam "hızlı" dedigimiz zaman bundan ne anlamis oluyoruz? mesafeler uzun, migros'a gitmek bile bir paket zaman gerektiren aktivite, deniz kenarinda yasayan 11 milyon kisi hepsi sokaklara dokulmus gibi... omuzlarim agridi ya, bir sure sonra vucuduma dokunmadan yurumek delilikti ve "yol veren yoksa ben de yol vermem" duygusuna kapildim. bu duygudan hoslanmadim. bu duyguda rekabet, huzursuzluk ve inatcilik var ki bu istanbul'da yasamak isteyen icin gerekiyor. bu duygudan burcuyla uzak kalmişiz.

ders cikisi bagdat'tan kadikoy iskelesine binme karari aldik. plan besiktas'a inip taksim'e gitmek. cumartesi oldugu icin kadikoy dolmuslar dolu dolu geciyor. sira varmis- biz nerden bilelim-yasli teyzelerden firca yedik. ben de "biz yabanciyiz da..." ve gulumsedim. isimize yaramadi. kafamizda cizdigimiz yasli sevimli teyze karakteri artik yok olmus, belki hic yoktu. 45 dakika degisik noktalarda bekleyip sevimsiz teyze dolmus duragina geldik. 2 tane ogrenci bezmis tiplere öne eglip sordum "dolmus bu saatte hic bos gelir mi?" cevabi pek anlayamadim. burcu'ya dondum "ben artik konusmayim" dedim. burcu gulmeye basladi. cocuklardan biri arkaya egilip sordu ve anladigim bu "vırıvırvırı taksi dolm..vırıvırı..." öne egildim ve sordum "taksi dolmus mu dusunuyorsunuz?" onaylamak filan yok, elini kaldirdi taksi durdu bindik. onlar bi yerde yolda indiler, biz ikimiz iskeleye dogru yuruduk.

besiktas iskelesi o kadar kalabalikti ki turnikeleri gecemeyecek hale geldi. arkamdaki kadinin cantasi belime giriyordu. burcuyla kolkola girip sonsuza kadar ona tutunacagima icimde soz verdim. yorulmustum. yolculuk, ders, dolmus beklemek, iskeledeki binlerce insan vucudu bana fazla gelmisti. bir gun bile bitmeden fazla ve hizli yasamistim. dolunay yeni doguyordu. buyuklugu gunes gibiydi. suyun rengi pastel mavi. her taraf siyah beyaz, megersem besiktas maci varmis. burcu bana besiktas hakkinda bilgi verdi- ben turist o tur operatoru olmustu. deniz havasi beni kendime getirdi biraz, huzuruma hafifce kavusmusmuydum?

indik, taksim dolmuslara dogru ilerliyoruz. yine binlerce insan yolu suru halinde geciyor. ikimizde ceple konusuyoruz, ben kapatiyorum kendime "yolu izle" diyorum. gecerken arkami bisey durtuyor. dondum arkama baktim, yesil otobusun farlarini gordum!!! bir otobus bizi durtuyor! şofor burcu'ya "ne telefonda konusuyorsun yuruuuu" seklinde isaretler ediyor, halbuki biz o yuruyen surunun en kosesindeyiz ve herkesi takip ediyoruz. sucumuz nedir? o an "durtmesi aslinda kendine gel durtusu" dedim kendime. şoktayiz. sinir krizi gecirmemek icin gulmeye basliyoruz. taksim dolmus sirasina girip siyah beyazlilari izlemeye basliyoruz. onumuzde bir cift biriyle tartismaya basliyor ve bininceye kadar tartisiyorlar. nedenini su anda da bilmiyorum. aurami isikla dolduruyorum.

yasasiiiiin taksimdeyiz! stadyumun onunden gecerken icim kipir kipir oldu. bir gun dunya kupasi maclarini dolu bir stad'ta izleyecegim. nasil oluyor da yollardaki kalabaliga tahammulum yok ama sevdigim muzik grubun stad konserlerine gitmekten hoslaniyorum? nasil oluyorda bir gun dunya kupasi'na gitme hayallerini gerceklestirmek istiyorum? neyse o sorulari baska bir zaman cozerim diyorum. hosgeldik taksim'eeee.

burcu bana bildigi restoranlari, kafeleri, dukkanlari anlatiyor. ben nereye bakacagimi şaşiriyorum. taksim'e kac kez geldim ama bir tuhafim. "o pasaj'da guzel seyler var" dedi, biz istiklal caddesini gecme eyleminde bulunduk. burcu beni bi cekti arkaya, agzimdan bi "aahhh" cikti. tramvay 5 metre kala bizi ezecekmis, ve bizim daha yeni haberimiz oldu. pasaj'a attik kendimizi, beynim cantalara bakip uyuşsun, neler oluyor dusunmeyim su anda, yasiyorsun yaşa işte dusunceler akiyor. gozleme ve cay icip azicik toparlama firsati bulduk. ucuzluk pazarina girdik. telefon caldi, mac bitmis, semih arkadasimiz tatli yemek icin taksim'e inecekmis. kadayif istedim, semih geldi, garsonla mac konusuldu, garson galatasarayliymis semih besiktasli tokalastilar, hoscakalin denildi. istiklal caddesi deli kalabalik. her tarafta polis vardi ama o gec vakitte polis yok. semih'in ustunde siyah beyaz kazak vardi, ortamizda yuruyordu. biri geldi "onune kapa abi onunu kapa" dedi kacti. o anda sordum "stadta kavga filan olmadi diimi?"

birden onumuz sari kirmizililarla doldu. semih'ye saldiri, ben "yapmayin!!" diye bagirmisim, ucan tekmeler, kufurler, "bayan var bayan var durun" diyen oldu, burcu beni geriye cekti (burcu beni surekli arkaya dogru cekti butun gun :)) semih kavgadan ayrılmıştı, benim kupem atkima takilmisti, burcu beni tutuyordu, üçümüz hizli hizli yuruyorduk. hepimiz sarsılmıştık. burcu metro'ya indi, ben bostanci dolmuşa. semih ataşehir'e yola çıktı.

eren'in annesine gunumu anlatim, kafami dinlendirmek icin ona ogrendigimiz thai masaji biraz uyguladim ve saatler boyunca "grey's anatomy"in 7 bolumunu birlikte seyrettik. ay tutulmasi bitmisti, ben izlemeye unutmustum, neyse tutulmadan once firsat buldukca seyretmistim. insanlarin ofke patlamalarinin nedeni aymiydi?

ertesi gunku ders rahatlaticiydi. belimiz, bacaklarimiz, avuclarimiz gevsemisti. cakralarimiz aktive olmustu, birikintileri atiyorduk. cok hizli ve macerali yasamistik. istanbul'da yasamak boyle bisey demek.