17 Mart 2008 Pazartesi

Kaptan Amca

Karşımızda, meyva sandıklarının üst üste konulmasıyla inşa edilmiş dizi dizi folluklar. İçlerinde, Yugoslavya’yı köy köy, kasaba kasaba gezerek satın aldığım çeşitli cinslerden 44 güvercin. Siyah başlıkları ile rahibelere benzeyen merveler. Bir minyatür ustasının naif bir sabırla tüylerini tek tek çizdiği sultanların kuşları hünkariler. Küçücük gagaları, göğüslerindeki kocaman gülleri ile ciciler. Buğday gagalı, kurbağa gözlü Budapeşte kısa gagalıları. Rengarenk 44 güvercin. Egzoscu Salih’in otombil tamirhanesinin terasına derme çatma biriketlerden yapılmış büyükçe bir güvercin kümesinin içinde oturmuş bu güvercinleri seyrediyor, sohbet ediyoruz. Dışarıda insanı ezen poyrazı ile İstanbul’un kışı var.

Dünyanın her tarafına ait kuşlar mozaiğini, Türkiye’nin değişik taraflarından kalkıp İstanbul’a gelip yerleşmiş bu kuşçular mozaği tamamlıyor. Ortalama kültür düzeyinin epey altında olan bu ortamdaki sıfatların çoğu, küfürlerdeki kelimelerden oluşuyor. Biri, elinde tesbihi, ters çevrilmiş yağ tenekesinin üzerine oturmuş, dinleyenleri söylediklerinin doğru olduğuna inandırmak için söze hep “anam avradım olsun” diye başladıkça. İleride,ters çevrilmiş başka bir yağ tenekesinin üzerine oturmuş, sonradan Kaptan Amca olduğunu öğrendiğim esmer, yeşil gözlü ihtiyar “estafurullah” diyor. Öteki hala farkında değil, yeniden kuracağı cümlenin önüne “anam avradım olsun”u ekliyor.

Kaptan Amca, Saraybosna’da doğmuş. Miljacka adında ince bir nehiri olan Saray Bosna’da adam elbette kaptan olamaz. Ama aile İstanbul’a göç edince her şey değişiyor. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Mehmet Ali de kaptanlığı öğrenip; kırmızı bulutlu, yeşil balıklı, lacivert denizlere açılıyor, liman liman dolaşıyor. Taa ki Selanik önlerinde, kıyıda dönen dönek güvercinleri seyre dalıp Mısır’dan yüklenilmiş döllü kısraklarla dolu gemisini karaya oturtuncaya kadar. Bu gemiyi karaya oturtma bahane oluyor. Bir çok kişinin güzel dediği, uğruna ölümleri göze aldığı şeylerle birlikte, apoletli beyaz kaptan üniformasını da çıkarıp bir kenara, hem de geri dönüp aramayacağı bir kenara bırakıveriyor. İstanbul’un gündüz ve gece hayatına karışıyor. İstanbul azınlıklarının dillerini de bilen Kaptan Amca’nın bu yüzden diğer adı da Agop Mehmet Ali.

Biz şimdi bazen Kaptan Amca ile reçel yapmak için Langa Bostanları’ndan baba incir topluyoruz. Bazan Mermer Kule’ye saka kuşu tutmaya gidiyoruz. Bazan çapariye. Hiç birşey yapmaz isek güvercin uçuruyoruz.

Kümesin içinde sıra sıra folluklar. Folluklarda cins cins güvercinler. Güvercinlerin altında bembeyaz çakıl taşı gibi yumurtalar, bazılarının altında çirkin diken tüylu yavrular. Kimisi gidip karşı çatıya konar, akşama kadar kümese inmez. Kimisi alır basını bir daha dönmez. Kimi de kümesini şaşırır bize gelir. İşte böyle birgün bu. Bir yavru beyaz güvercin, Kaptan Amca’nın apoletli gömleği kadar beyaz, gelir karşımızdaki çatıya konar. Yem atarız inmez, su dökeriz inmez. Biraz durur alır başını gider. Yarım saat sonra bir bakarız, yine gelmiş. Tekrar yem atarız, tekrar su dökeriz. O yeme bakar, suya bakar içi gider. Bize bakar, kümese bakar tanıyamaz. Kümes onun kümesi, biz onun sahibi değilizdir. Tekrar alır başını gider. Biz “artık gitti bir daha dönmez” derken, bir bakmışız tekrar gelip karşı çatıya konmuş. Kaptan Amca yeniden yem, yeniden su “hadi kızım, hadi oğlum geliver. Bizim burada yem haftadan haftaya, su yağmurdan yağmura” diyerek kuşu kandırmaya çalışır.

Kaptan Amca’da bazan efkarlanır, ölüm aklına gelir. “Ben ölmem” de diyemez, “Ben öleceğim, tekrar dünyaya geleceğim.” der. Ben hak veririm. Dünyayı böyle katıksızca seven bir insana ölümü yakıştıramam. Sonra kim sallana sallana yürür Langa Bostanları’nda? Yeni Kapı sahillerinde kim lodosculuk yapar? Sonra biz kime sorarız “Bu sakanın ön ağızları nasıl?” diye. Sonra kim tanıyabilir kokusundan benim torbamdaki balığın kırlangıç balığı olduğunu? Çapariyi çapraz bağlamayı kim öğretir? Hindibağ salatasını kiminle yaparız? Sonra kimden dinlerim yahudi, rum, ermeni kızların hikayelerini?

Kaptan Amca yine çok efkarlanıyor bu sıralar. Şu nükleer reaktörler, Çernobil’in radyasyon bulutları filan. Sonra neye yarar ki dünya, öldükten sonra dirilsen bile!

Fatih Mika
3/5/1986 İstanbul

7 yorum:

7zeytin dedi ki...

Fatihj Abi merhaba,
yazın çok güzel olmuş Bana denizi seven birine çok hitap etti.
Denizi sever herkes ama çoğumuz denizcileri tanımayız. Veya onları yaşamayız. Siz bunu yaşıyorsunuz. Kaptan yaşıyorsa foklardan selam olsun ona. Belki fok da görmüştür. Eğer gördüyse nere ne zaman görmüş sorarsanız ve not alırsanız sevinirim Ama yunus değil . Bir de yerel adla foka ne ad veriyor bunu sorabilirsiniz.

Bizim burada deniz kenarında kaya koruğu diye bir ot çıkar. Zamanı yaklaşıyor. İstanbul tarafında oluyor mu bilmiyorum. O da çok değişik bir mezedir.Ekşi yoğurtlu veya limon zeytin yağlı süper rakı mezesi olur. Ege 'ye ait bir meze.

Zeytin fotoğraflarını aldım. Sizin zeytinleriniz güvercinler gibi uçmak istiyor... Karar zamanı...
Dikmelisiniz ve kökler özgür kalmalı...Gerisini zeytin halleder...Suya kanaatkardır.
Hayır dikmeyeceğim ama büyütmek istiyorum diyorsanız Olabildiğince büyük bir ortama dikip güvercin gübresi şerbeti verin. 1lt kadar.
Yoksa çiçekçilerde satılan 15/15 içerikli avrupa gübre kullanabilirsiniz. Fiyatı turk lirası 5-10 YTL civarında olmalı.
Budama ağacın dalları arasında çok sıklık varsa yapılır.
Ergin bir ağacın dalları arasında "leylek geçecek kadar " boşluk olmalıdır. (yerel tabir)
Bitkiler üreme amacıyla meyva verirler. Meyvaya aktaracağı maddeler vücudundaki birikimlerdir.Meyva vermek onu yeniler. Kanını temizlemek gibi.Bedeninde sirkülasyon sağlar. Ama üremeyi tetikleyen şartlar yoksa bitki çiçeklenmez. Çiçeklenme uyanıştır. Yaşaması için gerekenden fazlası yoksa elindekileri kendine saklar.
Çiçeklenme için klimatik ortam ve yeterli besin ana şartlardır.
Bir de adaptasyon konusu var ama o daha da karışık bir iş. Benim zeytinlerim iki yaşındayken bazıları meyva vermişti bazıları vermedi. Eniştemin evindeki limon ağacı / 7 veren / 15 yıl sonra meyva verdi. Şimdi dallar kırılacak gibi dolu.
Benim okuduklarımdan ve tecrübelerimden anladığım böyle.
Ama doğanın işine de çok fazla karışmak istemem hani.

sevgiler
ozan
7zeytin@gmail.com
yakın zamanda profil oluşturacağım.

Mehtap Pasin Gualano dedi ki...

Hem Istanbul'da poyraz kemiklerime islemis ama ben yine de Rumeli Kavaginda, kenarinda "buraya park etmek yasaktir" diye yazan iskeleye oturmusum da, sandalda hazirlanan balik ekmekleri yiyor musum gibi oldu, hem de Akcay'da Midilli asilli komsumuz Hatice teyze'nin bizim asla yuzune bakmayacagimiz otlari hepimize tek tek tattirip bizi bir cesit kuzuya dondurdugu gunleri animsadim (hala da bir cesit kuzu oldugum soylenebilir, karakter olarak degilse de agiz tadi acisindan). Yine de 7zeytin'in bahsettigi otu taniyamadim.

Nilambara dedi ki...

Hünkarilere vuruldum Fatih, bu ne güzellik... daha önce hiç bu cinsi görmemiştim, çok çok güzeller...

Mehtap'çığım mutlaka bulmalı ve denemelisin kaya koruğunu... limonlu, zeytinyağlı... off ağzım sulandı :))

buarada Ozan, ne yazık ki kuru zeytin yaprağından çay olmuyor, olamıyor... sade ılık su içinde çok hoş dekoratif bir görüntü dışında pek fonksiyonu yok, tazesini bulmalı ve denemeli :)

Adsız dedi ki...

Fatihciğim, ağzına, yüreğine, kalemine sağlık...Denize aşık bir egeli olarak, güvercinlere aşık bir kuşçu olarak, özleme, hasrete, vuslata aşık bir sevdalı olarak yine gittim başka başka diyarlara.. Benim kuşlarımın resimlerini koymuşsun.. Kendileri geçen yaz hain bir sansarın kurbanı olsalarda hala böyle güzel, böyle yürekten, böyle sıcacık yazılara süs olabiliyorlara, bunun avuntusu yetiyor bana... Ama az kaldı.. yeni bir hünkari damarı keşfettik... Tekrar üretimine başlıyoruz.. Tıpkı resimlerdeki gibi hatta daha güzel olacaklar inşallah... Hünkari adını yeniden yerleştirdikye ülkemin güzel kuşçularının diline,, inşallah bundan sonra yeni temiz soylarla neslinin devamı içinde bir kaç şey yapabiliriz...
Seni büyük bir hasret ve özlemle bekliyoruz..

Mustafa DÜLGER
Ankara
Veteriner Fakültesi

Brajeshwari dedi ki...

Fatih
yine döktürmüşsün..Bu sefer ciddi hiç duraksamadan okudum..hani devami ya bunlarin..

otlari severim..Herşeye estarufurullah diyen, kendi kendine yeten büyük gönüllü alçakgönüllü adamları da..

niyeyse yukarıdaki yorumlara dahil olamadi benim yorumum..Sanirim uzak kaldım tofudan..

Fatih Mika dedi ki...

Sevgili Arkadaslarim,

Ne yazik ki Kaptan Amca yillar once aramizdan ayrildi. En iyisi bu yorumlarinizla ilgili konulari ve Kaptan Amca'yi baska bir yazida biraz daha anlatayim.

Foklara gelince Aksanat'taki sergim sirasinda galericim ve ayni zamanda ressam Semiramis Sokul anlatmisti: Cocukluklarinda (Semiramis Hanim benden pek fazla yasli degildir) Istanbul Bogazi'nda denize girerlerken yan kayaliklarda foklar homurdanarak guneslenirmis.

Bir de , Sait Faik "Sivri Ada Geceleri" adli oykusunde (oykunun adini yanilmiyorsam) "fok"u anar. Demek ki ellili altmisli yillarda foklar Marmara'da da varmis.

Bundan bes-alti yil once Kalkan'da yaptigimiz bir tatil sirasinda biz balikta iken, karimlar pansiyonun onunden gecen bir fok gormusler. "Insan gibi kafasi disarida gecti." dediler. Biz de, balik tutarken gordugumuz kaplumbagalarla idare ettik.

Ahmet Suat Yayla dedi ki...

Bu güvercinler acayip selanik dönek güvercin yahu ..)