6 Aralık 2007 Perşembe

Bisiklet


Bayan Clara ile apatmanın avlusunu bir türlü paylaşamıyoruz. Bayan Clara, apartmanın avlusunda ki iki odalı kapıcı dairesini kiralayıp kendisine sevimli bir büro yaptı. Kira kontratını imzaladığında avlunun ona ait olmadığını ve biz apartman sakinlerinin avluya bisikletlerimizi koyabileceğimizi biliyordu. Fakat Bayan Clara’nın hayali, tüm avluyu kendi kullanım alanına dahil etmek.

Planı, avluyu çiçeklerle doldurup (Adım gibi biliyorum butun bunlar çiçekleri sevdiği için değil, eger ben de saksılarımı avluya indirsem; Bayan Clara sevinmeyecek) bize bisiklet koyacak yer bırakmamak. Bir gün avluda bisikletimi koyacak yer bulamayınca bisikletimi kilitleyip, Bayan Clara’nın kapısına dayayıp gittim. Baktım bisikletime bir yer açıp duvarın kenarına kaldırmış. Kapıyı çalıp “Benim bisikletimin yerini kim değiştirdi?” diye sert bir şekilde sorunca; Bayan Clara telaşla gelip “Bisikletin yerini kendisinin değiştirdiğini, bir büronun önünde bisikletlerin hoş olmadığını” söyledi. Ben de “Bu yeri kiralamadan önce, biz apartman sakinlerinin avluya bisikletlerimizi koyma hakkımızın olduğunu biliyordunuz.” dedim. Çünkü bu üçüncü bisikletimi de çaldırmak; ya da hergün, daracık asansör ile sekizinci kata bisiklet çıkarmak istemiyorum.

İşin kötüsü, avluda Bay Franco’dan başka kimsenin bisikleti yok. Bisikletle işe giden iki komşum, çok değerli olan bisikletlerini hergün dairelerine çıkarıyorlar. Baktım kendime müttefik te bulamıyorum, gidip bit pazarından dört tane ucuz bisiklet alip avluya koydum. Roma Güzel Sanatlar Akademisi’nde erasmus öğrencisi olan Özlem de Türkiye’ye dönerken bisikletini bana bırakınca, avluda toplam altı bisikletim oldu. Bayan Clara biz bisikletlilerin apartman sakinleri içinde çoğunluk olduğumuza inansin, bizden çekinsin istiyorum.

Bugün Roma’da toplu taşıma iş kolunda çalışanların grevi var. Evden yaklaşık altı kilometre uzaklıkta olan galeriye bisiklet ile gideceğim. Bir dağ bisikleti olan bisikletime binip yola çıkıyorum. Herkesin kendi başının çaresine baktığı bu günde, trafik arap saçı gibi. Sürücülerin burunlarından dumanlar çıkıyor. Ben böyle bir trafiğin içinde iken, birden frenlerimin tutmadığını farkediyorum. İki şeritli yolun bir şeridine bir otombil park ettiği zaman ben tek başıma yolu kaplıyor, frenlerime güvenemediğimden aheste aheste gidiyor, arkamda ki sürücülerin burunlarından çıkan dumanların renklendiğini, siyah ile karışık kırmızılaştığını görüyorum. Canım kiymetli, yoluma yavaş yavaş devam ediyorum.

Düz yolda çok sorun yaşamamama rağmen göbeklere geldiğimde sağ şeriti terk edip trafiğin ortasına girmek zorunda kalıyor, kendimi sağda ki caddelere sapmak isteyenlerle yine o caddelerden meydana girmek isteyenlerin karmaşası, sinyalleri ve korna sesleri arasında buluyorum. San Giovanni’ye geldiğimde şehrin surları bana biraz huzur verse de, bu huzur tramvay rayları başlayınca tekrar kayboluyor. Aklıma, Roma’da böyle bir tramvay rayına bisikletimle son sürat girip, raydan havaya bisikletsiz fırlayıp, sonra havada tekrar bisikletimi yakalamam; arkamda acı fren yapan yaşlı bayanın benim tanrı ile olan ilişkilerimi bilmeden “Allaha şükret” demesi geliyor.

Santa Maria Maggiore Bazilikası’nın yanında ki yokuştan aşağıya inerken yapacağım hiçbirseyin olmadığını anlayıp, kırmızı ışığa yakalanmadan, yolu doğrudan frensiz geçmeyi arzuluyorum. Fakat son anda yanan kırmızı ışık bütün planlarımı bozuyor, onca taoist bilgim ve tecrübeme rağmen frenlerimi tutturamıyor, önümde duran lacivert otombile bindiriyorum.

1 Aralık 2007 Roma
Fatih Mika

4 yorum:

Nilambara dedi ki...

Sevgili Fatih, çok güldüm yazını okurken :) Fellini filmi devam ediyor gözümün önünde... ama sanki filmin sonu eksik kaldı, devamını merak ediyorum, lacivert otomobilin sürücüsü ile ilgili pekçok alternatif son beliriyor, beynimde canlanan filmde... ve ne yazık ki hepsi de kara mizah örneği :))

şaka bir yana, bütün çocukluğum bisiklet tepesinde geçti, çok severdim ve hatta bisikletim beni terketmeye karar verip iyice eskidiğinde bile azimle sokağımızın yokuşunda her zincir atışında tekrar zincir takıp eve ellerim yağa içinde dönüşümü hatırlıyorum... ama son yıllarda da ürküyorum bisiklete binmeye çünkü beynimdeki kodlar değişmiş, fren yapmak istediğimde elim değil ayağım devreye giriyor ve bir işe yaramıyor tabii, bu yüzden doğrusu imrendim sana... ben cesaret edemiyorum bisikletle trafiğe çıkmaya...

berrin dedi ki...

fatih her zamanki gibi yazın keyifli ve komik...sen devamlı ilginç olaylar yaşıyorsun

Brajeshwari dedi ki...

ne zekice intikam o.. bir suru bisiklet alip,avluya koymak:) harikasin Fatih...

Fren sistemiyle ilgili yazdigin ince mesaj da gözümden kacmadi degil..

Clara pes etti mi?

Mehtap Pasin Gualano dedi ki...

sevgili Fatih,
Benim bildigim bir cok avrupa sehrine gore Roma, bisiklet kullanicilari icin hic sansli bir sehir degil. Bircok yerde yayalara bile yol yokken, trafik boyle karmakarisikken ve ozellikle de motorlar kendilerini lunaparklardaki akrobasi kahramanlari sanarken bisikletle sadece parklarda gezilebilir gibi geliyor bana.. sen istersen ehliyetini bulmayi bir dene yine de..
Ustelik ondeki lacivert otomobilde kimin oturdugunu da yazmamissin.. :-))