15 Kasım 2007 Perşembe

HIC KEYFIM YOK...


“Guzel gun sabahindan belli olur” derler Italyanlar. Olumlu bir cumle gibi dursa da, kotu giden gunler icin kullanilan bir deyimdir daha cok. Iste benim de gunumun nasil gidecegi, sabah uyanir uyanmaz, daha dun evimize gelen 3 kucucuk baligin cansiz govdelerini bulmamla belli oluyor. Her bir akvaryumun onunde dakikalarca durararak, herbirinin rengine, pullarina , nasil yuzdugune bakarak alip, sevincle eve getirdigimiz baliklara Federico, ALEX, FOX ve MAX isimlerini veriyor, gece yatmadan once “sakin korkmayin, ben yan odada uyuyorum” diye onlarla konusuyor.. “Biz neyi yanlis yaptik?, Federico uyaninca ne olacak?, baliklari nereye saklasam? diye dusunurken, kahve makinesini ciplak elimle tutuyorum ve once elim sonra da hizla ictigim kahve yuzunden dilim yaniyor.

Sacim duzene girmiyor, etegimin dugmesi kopuyor, Federico hickira hickira agliyor.. Oglum hic uzulmesin, hic aglamasin istiyorum. Bu baliklarin, Federico yesin diye gozunun icine baktigimiz levreklerden bir farki yok aslinda biliyorum ama ben levreklere de, tavuklara da, ineklere de uzuluyorum zaten..Budist dadimiz, onlarin tekrar dunyaya doneceklerini soylemege calisiyor Federico’ya ve o aglamaya devam ediyor.

Yagmur yagiyor. Genel grev yuzunden trafik karmakarisik Roma’da. Ben grev yapamiyan bir bolumde calisiyorum ve bu kesmekeste ise gec kaliyorum. Ise gec kalinan nadir gunlerin hepsinde oldugu gibi, bolum baskani beni kapida karsiliyor. Benim yuzum onunkinden daha asik. Cafeteryanin kahvesi herzamanki gibi yanik kokuyor. Konusmamiz gergin ve hergunku akiciligindan uzak geciyor.

Ogleden sonra Federico’yu yuzme havuzuna goturuyorum. Yol boyunca sessizce Elton John dinliyoruz. Ogretmeni butun gun soz dinlemedigini, yemegini yemedigini ve gunu siniftaki dolabin icinde oturarak kapadigini soyluyor. Daha dogrusu sikayet ediyor. Butun sikayet gunlerinde oldugu gibi, sadece dinliyorum ve ben icimden hep oglumu savunuyorum. Havuz cok kalabalik. Elime bir fincan cay alip, buyuk camekanin arkasinda oturup, Federico’yu seyrediyorum. Aslinda seyredemiyorum.. Yuzlerindeki boyalarla bizim evi badana edebilecegimiz annelerden olusan bir grup gelip tam onume dikiliyorlar. Onlarin popolarina bakmak istemiyorum hic. Elime metrolarda bedava dagitilan gezeteyi aliyorum. Haberler cok korkunc. cok uzucu, cok can sikici. Yanima Federico’nun grubundan Riccardo’nun babasi oturuyor. Riccardo’yu hep o havuza getiriyor, karisi da supermarkete gidiyor. “bana guvenmiyor alisveris konusunda diyor” ve her zaman oldugu gibi, MTV’de yayinlanan bir alman dizisindeki turk ailenin salakliklarini gulerek bana anlatiyor. Herzaman oldugu gibi dinlemeden bakiyorum yuzune. Kucuk oglunu camdan izleyen babalardan biri, agular, gugular yolluyor iceriye. Yerinde zip zip zipliyor, yuzuyormus gibi yapiyor, ellerini cirpiyor, garip sesler cikariyor. Icerde, aksamin bu vaktinde niye suyun icine kondugunu belli ki anlamayan oglu, bir de ustune ustluk babasinin cirpinislarini gorunce iyice sersemleyip, etrafina bos gozlerle, hatta biraz da alik alik bakiyor.

Antonio isini erken bitirmis, o da havuza geliyor. Ben eve donuyorum diyorum, isterseniz pizza yiyip gelin bu aksam eve. O nedensiz gibi duran butun keyifsizliklerin bir sebebi oldugunu bilecek kadar taniyor artik beni. Onemli mi diye soruyor?.. Hayir degil diyorum..

Hava soguk, yagmur sinsice yagiyor. Yani yagdigini gormuyorsun ama islatiyor. Federico’nun kumlu park adini verdigi cocuk parkinin onunde durduruyorum arabayi. Cocuksuz cocuk parki, kumlarin uzerindeki kucuk su birikintileri ve salincaklarin zincirlerinin gicirtisiyla huzun dolu. Arkadan semtin en buyuk supermarketinde zamansiz asilan Natale isiklari pirildiyor. 1.5 ay var Natale’ye.. Ama onlar bizi simdiden dusunmeye ve almaya zorluyorlar. Beklemeye ne gerek var, heyecana ne gerek var, simdiden basla alisverise diyor isiklar goz kirparak.

Eve donup, turk gazetelerine bir goz atiyorum. Saadet tepesini Suudilere satmisiz, birilerine daha devlet nisani vermisiz, telecom grevi devam ediyormus.. Iyi hicbirsey yazmiyor gazeteler..Uyesi oldugum bir sitede yazdigim bir elestiriye bence terbiye sinirlarini zorlayan bir cevap geliyor. Kiziyorum ama o kadar ofke dolu yazilmis ki, anlasilmayacagimi bildigim icin cevap vermek geregi duymuyorum. Koltuga oturup, butun keyifsiz anlarda yaptigim gibi ayaklarima bakiyorum.

Ayaklarima bakiyorum ve dusunuyorum.. Benim yasamim cok sik soylendigi gibi bir puzzle degil. Oyle birbiri icine gecen, birbirini tamamlayan parcalari yok.. Benim yasamim bir ebru gibi.. Bazi gunler yesiller, pembeler, morlar cikiyorlar on plana, bazen birlikte kahvelere, grilere, bejlere donusuyor gunler. Butun olumluluguma, butun gercekciligime ragmen, kimi gunler tekbir soze feda oluyor aydinligi gunumun. Ogrendigim hicbirseyin faydasi olmuyor keyfimi geri getirmeye.. Alisverise kosmanin, kuafore gitmenin, bir arkadasi aramanin filan da etkisi yok biliyorum. Bekliyorum sessizce, geldigi gibi gitmesini bu “blues”’un.. Kendimi serbest birakiyorum bazi gunler huzunlu olmaya, kizgin olmaya, kirgin olmaya.. Bazen keyifsiz olmaya da hakkim var diyorum, onemsiz seyler icin bile olsa.. Bazen… Sadece bazen..

Federico elinde butun kitir taraflari yenmis, soguk, esnemis bir pizza parcasi ile iceriye giriyor. “Annecim, bak bunu sana ayirdim “ diyor. Mmmmm.. Bayilirim soguk pizzaya diyorum.. Siki siki sariliyorum ogluma…

Yarin guzel bir gun olacak biliyorum. Roma’da sagnak yagis bekleniyor diyor televizyon haberleri, ama icimde isitmeye hazir bir gunes varken, disarda ne yagarsa yagsin, onemi yok.. Yarin guzel bir gun olacak.. Biliyorum..

Mehtap Pasin Gualano
Roma' 14/XI/2007

4 yorum:

berrin dedi ki...

sen şimdi annenide özlemişsindir...
hayat böyle birşey işte
hiçbirşey aynı değil...bazı zamanlar keyifsiz olmakta/olabilmekte önemli
en azından benim için öyle
yaşamanın kıymetli olduğunu hatırlayıp - şarj olmamı sağlıyor

Nilambara dedi ki...

Sevgili Mehtap ben de yazılarını özlemişim :)
Hüzün güzeldir, ben de severim hüznü ama tabii ki depresif hüznü değil, doğal akış içinde kendiliğinden gelen hüznü, tıpkı burada senin anlattıkların gibi... içinde umut var, gözlem var, anlama ve çözme arzusu var...
bu tür hüzünler tanrının bir lütfu bence, daha üst basamaklara çıkmaya hazır olduğumuzu gösteren ve içinde bulunduğumuz ruhsal durumun iyice içselleştirilmesi için... bu anları topun hızla yere vurduğu anlara benzetirim hep, ardından top aynı hızla yukarı çıkmaya başlayacaktır... önemli olan bu anlarda dengede kalmayı başarabilmek ki bence sen dengeni gayet iyi koruyor görünüyorsun...
Düşlerimdeki Yaşam 10. bölüm yani bugün yayınlanan bölüm, hoş bir tesadüf ki biraz da bu ruh halin ile ilgili... :)

Fatih Mika dedi ki...

Sevgili Mehtap,

Bedri Rahmi Eyupoglu'nun bir sozu var. "Bazen bir tuvalin basinda alti ay oturur bitiremem, bazen bir tuvali bir gunde bitiririm. Bu bir gunde biten tuvaller, kendilerini o alti ayda bitiremedigim tuvallere borcludurlar."

Herhalde yasam da oyle. Belki de canimizi sikan seyler bize guzel seylerin anlamlarini, tadlarini ogretiyorlar.

Brajeshwari dedi ki...

sevgili Mehtap
ne guzel yazmissin..Ben icini bu kadar seffaf dokebilmenden dolayi kutluyorum öncelikle seni..Bunu becerebilmek bir başari bence..Herkes guzel ve mutlu zamanlarini paylaşabilir.Ama şeffaflaşabilmesi zordur yazi da..Hele ki yorumlar gelecekse..

Hayat bazen böyle günleri de icine kapsiyor.O Zamanlar sevgili Nilambara'nin dedigi gibi akisa birakmak lazım kendini ve gelecek güneşli günlerin olduğunu da unutmamak gerekiyor...

Bende bir söz ile bitirecegim yorumumu.."Hayat varılacak bir nokta değil, geçtiğin yolda gördüğün manzaralardır"...

sevgiler