8 Eylül 2007 Cumartesi

BİZ SELÇUK'TAYDIK...

30 Ağustos tatilini fırsat bilip, dört gün Selçuk’a gittik İndrani ile. İndrani’nin annesinin evine…Brajeshwari de gelsin istedik, üçümüz kaynatalım biraz, ne zamandır görüşemedik doğru düzgün diye… Ama olmadı, biz gittik… :)

Döndüğümüzden beri İndrani bana “e hadi Selçuk yazısı yazılacak Tofu’ya, sen mi yazarsın ben mi, hadi ama…” diyip duruyordu… Ben de, bu blogun yazı yazmak konusundaki en tembel üyelerinden biri olarak “tamam, tamam” diyordum… Elbette sevgili İndrani benim bu yavaşlığıma dayanamadı ve gaza getirmek için yöntem arayışlarına devam etti… Sonunda dün Selçuk’ta yaptıklarımızla ilgili yazıda değinilebilecek bir başlıklar listesi gönderdi bana… Başlıkları paylaşalım ve ortak bir yazı yazalım diye… :) Bu sabah da bazı başlıklara dair kendi yazısını… İşte buyurun ortak Selçuk anılarımız:

İndrani’nin Annesinin Bahçesi ve Pamucak Denizi (S):
Çarşamba akşamı komik muavin konuşmaları eşliğinde (ben: çikolatalı bir şeyler var mı? muavin: çubuk kraker göstererek “bu olur mu?”, ben: battaniye alabilir miyiz? muavin: çay mı? şeklinde) geçen yolculuk yorgunluğumuz sabah İndrani’nin annesinin şirin bahçesini görünce geçiverdi birden… Biraz dinlendikten sonra Pamucak’a denize girmeye gittik… Çok güzeldiiiii… Ama en güzel kısmı deniz kenarında yaptığımız “nefes çalışmaları”, geçerken bize tuhaf tuhaf bakan insanlar, sadece çiftlerin yanına gitmekte ısrar eden kocaman Sivas kangalı ve de elbette İndrani tarafından çekilen video kaydı idi…


Mahalle Muhtarı Annem (İ):
Annem’in evinde ezan sesi çok yüksekti bir aralar. O kadar yüksek ki telefonda konuşmak mümkün değildi. İmzalar toplandı, şikayet edildi. Ses kısıldı. 3 gün sonra yine ayni derece yükseklikte. Belediye’ye telefon açtığında artık Başkan sürekli toplantıda ya da İzmir’de (!). Geçenlerde İmam annemle karşılaşmış, konuşmuş, hatır sormuş ve “artık rahatsız değilsiniz, di mi” demiş ve annem tanıyamamış, hatta ne için artık rahatsız olmadığını da anlayamadan gülümsemiş. Ayrıldıktan sonra hatırlamış. Gelecek sefer çaya davet edeceğim dedi. Annem kendisini “mahalle muhtarı” olarak görüyor. Yaz aylarında inşaat yapılmazmış ama ileride sokak köşesinde biri inşaata başlamış. Annem aramış, yazı yazmış, hem de kanunu sormuş. Adam durmadan inşaata devam etmiş veee herhangi bir cevap gelmeden inşaatı bitirmiş. Annem baya sinirliydi. Oradan geçerken hep bir şeyler söylüyordu. Annem ya, süper annem...

Selçuk Pazarı (S):
Ben pazarları severim… O karışıklığı, cümbüşü, bir tarafta sebzeler ve meyveler boy gösterirken, diğer taraftaki gerekli gereksiz bir sürü şeye bakmayı… Aralardan alacak bir şeyler bulmayı, oralarda vakit geçirmeyi… Cumartesi günleri Selçuk pazarı varmış… Biz de pazara gitmeye karar verdik… Hem yemek için sebze falan alalım, hem de bakınalım etrafa biraz diye… Önce Şenel Teyze sebzelerini aldı, biz de onu izledik İndrani ile… Sonra pazarın derinlerine doğru ilerledik. Ve işte bir sürü ıvır zıvır tezgahları… Ben de anneme örtü falan bir şeyler almak istedim… Hatta artık keyiflenmiştim bile… Ama bir de baktık ki İndrani “tükenmiş” gözlerle bize bakıyor… “Benim pazarım bu kadar, bittiii” dedi… E İndrani’nin gözlerimizin önünde daha fazla tükenmesine izin veremezdik elbette… Şenel Teyze’yi bize yufka ve kadayıf alması için yalnız bırakıp, eve döndük… Ama o gün geçmedi İndrani’nin o hali… Duyurulur: İndrani pazara götürülmemeli!!!

Eski Türk Filmleri (İ):
Bir gece hep beraber televizyon izliyoruz. Yemekten sonra yeşil cay içiyorduk. Kanal değiştirirken gözümüz Yeşilçam kanalına takıldı. İnanılmaz bir kanal. Kaç aydır televizyon izlemiyorum ve tam overdose hale geldim Selçuk’ta. O gece “Yak Bir Sigara” adında film vardı. Siyah beyaz. Kadınların belleri 10 santim filan. Erkeklerin hepsi pantolon ceket ama film tam bir facia. Kopuk kopuk konuşmalar. Anlamsız bir hikaye. Bir siyah beyaz çizgili sakallı olan ressam bir adam meğersem ölecekmiş, bir kaç günü varmış. Kare şöyle: dağın tepesine çıkarken bir kadını kucağında taşır, tepeye gelince “belim ağrıdı” diyerek indirir. Sonra da birden kadını boğazlamaya kalkar “ben seni öldüreciğiiim” der. Sonra da “vapur çoktan uzaklaştı, sahile geri dönemem” gibi bir laf. Hemen sonra da kadına “şarkı söylemek ister misin?” sorar ve de çekip gider. Neler oluyooorrr burda?! Son karede siyah beyaz sakallı adam birini filan öldürüyor ve kendisini karakola teslim etmek üzereyken bütün tuhaf arkadaşları kapıda toplanıp kendileri cinayet işlediklerini ilan ederler (ama tabii ki hiç kimse yemez). Neyse adam karakol merdivenleri çıkarken düşer ve merdivenden tek tek yuvarlanmaya başlar. Herkes toplanır, adam “ölüyorum allahaısmarladık” der, arkadaşı ona bunu der “sende bir şey yok, yak bir sigara!” ve yatan ölen adamın ağzına sigara sokar ve yakar. O anda adamın kafası bir yana düşer ve arkadaşı sigarayı ağzından alıp cebine koyar. Evet bu kare ölümsüz diyebilirim. Ondan hemen sonra Müslüm Baba’nın filmi başladı. Annem ve ben uyumaya gittik ama Subhankari oturmaya devam etti (filmi bitiremedi çünkü içerden biz ona laf sokuyorduk ve rahat vermedik).

Kaplumbağalar, Meryem Ana ve Şirince (S):
Ben Meryem Ana’ya gitmek istiyordum. Bir günümüzü böyle geçirmeye karar verdik… İndrani’nin dayısı arabayı alabileceğimizi söyledi. Yaşasın… Biz de sabah dayı’nın evine arabayı almaya gittik… “Orta ev”e… Lütfen, dikkat edelim… Küçük ev var, orta ev var, büyük ev var… J Orta eve gitmek gerekiyor… Gittik… Yasemin karşıladı bizi ve de bahçeyi gezdirdi… Bahçeyi dayılar kullanıyor sandıysanız, fena halde yanıldınız… Bahçe bir “kaplumbağa kolonisi”ne ait… Beş tane yetişkin kaplumbağa ve bir sürü yavru… Bahçe onların evi… Sonra kaplumbağalara hoşçakalın deyip, Meryem Ana’ya doğru yola çıktık. Ben çok küçükken gitmiştim, o yüzden de fazla bir şey hatırlamıyordum. Çok hoşuma gitti. Elbette, mumlarımızı da yaktık. Ama bir evin duvarına sakız yapıştırmayı unuttuk… ;) Ve oradan çıkınca da ver elini Şirince… Şirince çok güzel bir dağ köyü… Ama oldukça turistik bir hale gelmiş. Biraz daha az kalabalık bir sezonda gezmek daha da keyifli olurdu diye düşündük. Bir sürü yokuş çıktık, indik… Ve İndrani’nin dayısının restore ettiği bir kafeyi aradık: Üzüm Kafe… Ve bulduk… Nefis kahvelerimizi içtik, karnımızı doyurduk… Sonra ben Kilise’ye çıktım, İndrani gelmek istemedi… Yolda köylü kadınlar nazar otu ve defne verdiler, korusun diye…


Selçuk Hırsızları (İ):
Selçuk hırsızları var artik. Zeytinyağı, yüz kremleri ve peynir alıyorlarmış. Sevgi teyze’nin (annemin arkadaşı) evinin etrafı ve içi kaktüslerle dolu. Bir senede 4 defa girildi. Son kez bodrum katından girip üst katin parkelerini söküp girmişler. “Olur mu böyle bişi” sakince söyler ama kasları yukarı doğru çıkıyor. Annem her tarafı kilitleyip dışarı çıkıyor. Zaten her taraf cam. Tel olan yerden girmeye çalışan olmuş ve elindeki bijon anahtarını atmış ve girmeden kaçmış mı artık ya da evdeki enerji mi onun midesini bulandırdı bilemem ama annem etkilendi. Kapıyı kilitlerken bir gece, kapı genişlediği için (sıcaktan) kilitlenmiyordu, Annem birden bıkarak “kapanmazsan kapanmaaa!” dedi kapıya. Evet, benim gibi eşyalarla ve nesnelerle konuşuyor. Subhankari gülünce bende güldüm. Farkında değildim annemin bu özelliğinin. Bir aksam mutfak lambası cızırdadı yandı söndü ve paaat diye patladı. Hepsi iki saniyede oldu. Nasıl korktu annem! Döndü ve lambaya bağırdı “manyaaakk!” Artik biz orda koptuk.

Neti ve Yoga (S):
Ve elbette yoga… İndrani artık yoga eğitmeni biliyorsunuz… Dolayısıyla birlikte bir tatilin yogasız olması mümkün değil. Beni erken kaldırabildiği iki sabah yoga yaptık bahçede… Çok güzeldi… Sonra nefes çalışmaları… Ve de “neti”… Neti bir burun deliğine su vererek, suyun öbür burun deliğinden çıkması, dolayısıyla temizlik yapılması amacıyla kullanılan çaydanlığa benzeyen bir alet… İçine tuzlu su koymak gerekiyor. Denedik… Ben biraz ürktüm önce doğrusu… Ama yapınca çok hoşuma gitti… Ferahlık hissi veriyor insana… İndrani sabah neti için tuzlu su hazırladı… Evdeki tek çaydanlıkta su ısıttı ve içine tuz koydu… Biz de bu suyu netide kullandık… Sonra da, sanırım o gündü, pazara falan gittik… Dönüşte ben kendime ve Şenel Teyze’ye kahve yaptım. Yorgunuz ya, keyif saati, kahvelerimiz içip, dinleneceğiz… Kahveler hazır, kanepelere uzanılmış, her şey tamam, her şey çok keyifli… Zannetiniz di mi? Ama hayır… İlk yudum ve de kahve iğrençççççç… Neden? Çünkü su sabah neti için İndrani’nin hazırladığı “tuzlu su”... :)


Subhankari - İndrani

5 yorum:

Nilambara dedi ki...

Sevgili Subhankari ve Indrani, tofuya çok hoş ve yeni bir tarz getirdiniz. Okurken aynı anda iki kimliğe birden bürünmek ve ikisini de aynı anda yaşamak çok keyifli bir oyun gibi :)
belli ki bu geziniz de çok keyifli geçmiş, ben okurken çok keyif aldım :))

Brajeshwari dedi ki...

Guzel bir tatil gecirmissiniz..Ne guzel..Ben gelemedim ama bu demek degil ki daha beraber yol yapmayacagiz...Yazinin tarzi cidden hos olmus..Aklima universite yillarimda yaptigimiz tatillerde not alarak-hatira haline getirdigimiz defterleri getirdi..Yalniz onlarda bir de ne harcadigimiz da yaziyordu...Su 3 lira, benzin 30 lira, pomfrit 3 lıra, pomppirik 3 lira,pomtfrik 3 lira, bonfirik 3 lira... boyle giden bir liste..Ne zaman bu bomfirik patates kizartmasi oldu..Biz yazmaz olduk tatil defteri artık..

Hosgeldiniz...

berrin dedi ki...

mardin
mardin diyorum
size söylüyorum
mardinnnn

crispy dedi ki...

Arkadaşlar Sekçuk yazınız Tofu'da
keyif konusuna son noktayı koymuş
gibi.
Umarım büyük Tofu grubuda birgün
böyle keyifli bir gezi yapar....

Betül

crispy dedi ki...

Arkadaşlar Sekçuk yazınız Tofu'da
keyif konusuna son noktayı koymuş
gibi.
Umarım büyük Tofu grubuda birgün
böyle keyifli bir gezi yapar....

Betül