3 Ağustos 2007 Cuma

Ergenlik Cagi


(Fatih, bir süreliğine tatile gitti... Giderken de bu yazıyı yolladı bana...
Bilginize grubun tek erkek üyesi de tatildi yani ... İmza: Bekçi)



Biz küçükken babam her hafta ansiklepodi fasiküllerini eve getirir, biz de konuları alfabetik sıraya göre okur bilgilenirdik. Belki de farketmeden bütün ansiklopediyi okumuş olurduk. Benim favori konularım doğa ile ilgili olanlardı. Hayvanlar, kuşlar, bitkiler.

Tanıdığım kuşlar: Sakalar, floryalar, ispinozlar, isketeler ve diğerleri hakkında başkalarının da neler söylediğini merak eder; bu kuşlar hakkında bilmediklerimi öğrenmek isterdim. Bu kuşların hangi aileden olduklarını, yaşadıkları coğrafyaları okuduktan sonra sıra üredikleri yerlere gelirdi. Bu kısım genellikle "…Avrupa'nın park ve bahçelerinde yuva yapar ve ürerler." olurdu. Ben bunu doğru bulmazdım. Şehrimizin üzerinden her sonbahar bulutlar gibi göç eden kuşlar elbette Avrupa'da yuva yapıp ürüyorlardı ama park ve bahçelerinde değil. Çünkü bu kuşların ulaşılamaz olan yuvalarının öyle el-ayak altında olamayacağını o günkü çocuk deneylerimle de biliyordum. Hem biz de bir Avrupa ülkesiydik.

O kuşları başka ülkelere göç ettiren rüzgarlar bir gün beni o kuşların üredikleri ülkelere sürekledi. O zaman gördüm ki benim sonbaharlarımda nereden geçtiklerini, hangi rüzgarları, hangi diken tohumlarını sevdiklerini, hangi nağmeleri ne zaman öttüklerini, akşamları hangi dallarda uyuduklarını bildiğim kuşlar sahiden de bırakın park ve bahçeleri, sokaklardaki ağacların üzerine yuvalarını yapıyorlardı. O zaman içime bir kuşku düşmüştü, biz Avrupa'da yaşıyorduk ama galiba henüz avrupalı değildik. İnanmazsanız kuşlara sorun, üstelik ne diye yalan söylesinler ki.

Artık ansiklopedileri okumayı bırakmış, sokaklarda gezerken, yada otobüs beklerken kafamın üzerinde yuva yapan, yavrularını besleyen kuşları gözlemliyordum. Yaptıkları yuvaların içini yollara atılan yumuşak kağıt mendillerin parçaları ile kaplıyorlar, iki hafta boyunca kıpırdamadan üzerinde yattıkları yumurtalardan çıkan yavrularını bizim pencerelerimizin, balkonlarımızın kenarlarında yetiştirdiğimiz reyhanların tohumları ile büyütüyorlardı.

Yuva yapıldıktan sonra ortalığı acaip bir sessizlik kaplıyor. Bu, yavrular uçacak kadar büyüyünceye kadar sürüyordu. Yavrular annelerinin karınlarının altında saklanamayacak kadar büyük, kendi başlarına yaşayamayacak kadar küçükken aileyi bir telaş alıyordu. Bu dönem yavru kuşların en narin oldukları bir dönemdi. Tıpkı bizim de ergenlik çağımıza geçtiğimiz dönemlerdeki gibi. Ailelerimizin bizi kontrol etmekte zorluk çektikleri bir çağımız değil miydi ergenlik çağımız.

İşte şimdi yine kuşların yavrularını büyüttükleri aylardayız, aklıma bütün bunlar geliverdi. Bir de, biz de çocuk yetiştiriyoruz ya.

Fatih Mika, Roma

3 yorum:

berrin dedi ki...

kuşların bir kısmı göç edeceği yolu bilerek doğuyor - bir kısmıda göç edeceği yolu ebeveynlerinden ögreniyor... kelaynaklara göç yollarını öğretecek tek bir birey kalmadığı için artık göç edemiyorlar...

Nilambara dedi ki...

henüz Avrupalı değildik diyorsun ya Fatih, bence "biz aslında avrupalıydık ama artık değiliz"...
tüm Ankara'lılar hatırlar; 20-25 yıl öncesini yaşayanlar yani... Kızılay'da ağaçların altından temiz geçmek imkansızdı, mutlaka herkesin başına enaz birkere talih kuşunun uğramışlığı vardır... ne yazık ki çok üzülerek hatırlıyorum... '80li yılların ortalarında aklıevvel birileri bir gecede telef etti o güzelim kuşları, o sabah kızılay sokaklarından geçen herkesin ağladığına eminim... işte o günden sonra biz artık Avrupalı olamadık...

Subhankari dedi ki...

Kuşlarla ilgili olarak senin ya da Berrin'inki gibi özel bir ilgim yok... Ama geçen gün televizyonda adını hatırlamadığım bir milli parkımızda kelaynak kuşlarının sayısının artık fazlalaşmış olması nedeniyle beş tanesini uzaktan izleme aygıtları bağlamak suretiyle "göç"e bıraktıklarını dinledim... Bunca zaman sonra çok heycanlı olmamlılar diye düşündüm...

Sana da iyi tatiller Fatih...