25 Temmuz 2007 Çarşamba

Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? II

Sevgili Tofucanlar,
Kısa bir zaman içinde oluşan dostluğuma değer verip beni de aranıza aldığınız için sizlere çok tesekkür ediyorum.



Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? II

Mezbahayı, göl ile denizi birleştiren derenin kenarına kurmuşlardı. Kamyonlarla getirilen sığırlar, koyunlar burada kesilip yüzülür; önce kasabanın, daha sonra da İstanbul’un kasaplarına dağıtılırdı. Döneri ile ünlü “Beyti” bu mezbahanın sayesinde, bu kasbada doğmuştu.

Gündüzleri celeplerle kasaplar, sular ve kanlar içindeki mezbahada yüksek sesle pazarlıklar yaparlar, şakalaşırlar; güneş battıktan sonra ise dere kenarını bir sessizlik bürürdü. Artık celep ve kasapların seslerini mezbahanın biraz ilerisine kurulmuş pavyonlardan anoson kokularına karışmış olarak duyardınız.

Bu mezbaha artıkları yüzünden dere kefal kaynardı. Kefal balıkları civa gibidirler. Ağızları küçük olduğu için yiyecekleri emerek yerler. Olta ile yakalanmaları oldukca zor olan kefalleri avlamak için bir çok teknik geliştirmiştik. Bunların en eğlencelisi ilkbaharda solungaçlarına kar suyu kaçan kefalleri yakalamaktır. Sersemleşen bu balıklar sığ sulara çekilip uyurlar. Bunu gören biz çocuklar hemen donlarımızı çıkarıp suya girer, olağan koşullarda ağ ile yakalamanın bile zor olduğu bu kefalleri bir kenara sıkıştırıp yakalardık.

Güneş batıpta hava kararınca, sığ sularda da yüzebilecek hafif bir tekneye ağları yüklerdik. Teknenin bir kenarına içinde yağlı üstibilerin olduğu tahta bir sopaya çakılmış bir konserve kutusunu takardık, buna “malaktar” denirdi. Sinou ile ben avucumuzun içi gibi bildigimiz derede kefallerin oldukları yerleri ağ ile çevirirdik. Birimiz kürekleri çekerken birimiz ağları atardık. Balıklar ağları görup üzerlerinden atlamasınlar diye yalazalı bir ışık saçan malaktarın üzerine biraz gazyağı döküp yakar, alevlerin değipte yaktıkları sivrisineklerin cızırtıları arasında bir ipe bağlı beyaz mermer voli taşını elimize alır, var gücümüz ile suda patlatırdık. Malaktarın ışığı, kefaller gibi bizim de etrafımızı olduğu gibi görmemizi engeller, nesnelerin çizgileri erir, Caravaggio’nun resimleri gibi sadece içinde olduğumuz dunyanın bir parçasını bir anlığına aydınlatır, daha gördüğümüz renklerin, biçimlerin tadına varamadan başka renklere başka konulara geçerdik. Karanlığın içinde gerçeklerin düşlerimizle karıştığı bir dünya oluşurdu. Suyun üstünde sıçrayan karideslerin şıpırtıları da bittikten sonra etrafı bir sessizlik bürür, biz ağları ağır ağır toplamaya başlar, ağa vuran kefalleri ayıklayıp livara atardık. Küreklerden damlayan su damlalarının ahengini, livarda sıçrayan balıkların gürültüsü parçalardı.

Fatih Mika

5 yorum:

Nilambara dedi ki...

Sevgili Fatih, kaç kişinin soyadının anlamı "dost"tur, sen baştan soyadın ile dost olarak gösterdin kendini :)

Bu yazı dizin roman tadında giderken, itiraf edeyim bugünki bir vejetaryen olarak hafif gerdi beni... çok sıradan gibi görünse de benim için fazla acımasızca vahşet içeren konular bunlar...
Aynı zamanda son satırlar da dikkatimi yaşamın ışıklarına çekti, her gözlerimizi kamaştıran ışığın cazibesine de kapılmamak, tuzaklara dikkat etmek lazım diye düşünmeden geçemedim...

Fatih Mika dedi ki...

Sevgili Nilambara,
Caktirmadan cocukluk ve ilk genclik anilarimi yazmaya basladim. Sanki bu ana hatlari korursam gelistirebilirim diye de dusunuyorum.

Tabi son kirk yilda ulkemizde, dunyada ve bizim gorus acilarimizda degisti. Bu degismelerin bir kismi kokten, bir kismi yuzeysel, cunku kendi yapamadigimiz bir cok seyi hala baskalarina delege verip yaptiriyoruz. Tukettigimiz bircok sey, ayni zamanda bu dunyanin boyle devam etmesine yardim etmiyor mu?

Yazi da gecen "malaktar" kelimesini belki de artik kimse bilmiyor. Belki de biriktirme kulturune sahip olmayan bir toplumuz. Aslinda yazi yazmak, taniklik etmek ve bu tanikliklari biriktirmek belki de. Neden simdiye kadar yapmadim diye kendime kiziyorum. Ne kadar cok ayrinti kaybolup gidiyor.

Bir de oyle bir toplumda dogduk ki; baska ulkelerde dort neslin yasadiklarini biz (hic olmazsa ben) tek nesle sigdirdik. Bu nedenden dolayi yasmimizda hersey var.

Galiba yine cok yazdim. Hoscakal

berrin dedi ki...

tombouktou g�l�ne gitsemmi acaba diye ciddi ciddi d�nmeye ba�lad�m..
�yk�lerin �ok g�zel fatih...keyifle okuyorum

Nilambara dedi ki...

Sevgili Fatih,
Sana yürekten katılıyorum, biz sanırım çok şanslı bir nesiliz, hızla değişen gelişen dünyada pekçok şeyi süratle yaşarak öğrendik, şahit olduk ve şimdi bir jenerasyon sonramızla bile farklı anı birikimlerine sahibiz ve bunları aktarmak, paylaşmak konusundaki girişimini destekliyor merakla devamını bekliyorum. Dediğin gibi bir kelime bile aradaki uçurumu görmeye yetiyor, henüz kendimi çok genç hissederken yiğenimin kullandığım bir kelimeden ötürü beni dinazor olarak nitelemesi bile güldürüyor, eğlendiriyor ve biryandan da bukadar mı hızla kayboluyor herşey diyorum. Haklısın, yazmak, paylaşmak, yaşatmak lazım...

Brajeshwari dedi ki...

ben fatih'in yazilarini cok seviyorum.Beni alip götürüyor o yere..Ve gercekten destekliyorum bunlari yazmaniz gerek...Cok guzeller ve cok degerliler cünkü...Hatta Fatih bana yolladigin o minik kasaba hakkinda da yazmalisin..Hala aklimdan gitmiyor guzelliği...