13 Temmuz 2007 Cuma

DADILAR, CADILAR VE OTESI….


Federico, dunyaya gelmeye ve bizi anne baba olarak secmeye karar verdiginde, yasamimizdaki onemli degisikliklerden biri de, “yardimci” olarak tanimladigimiz kisilerin “dadi” ya donusmesi oldu. Ilk aylar, Ben Bozkir’li koylulerden ogrendigim gibi, onu gogsumun ustunde dugumlenmis koca bir salin icine heryere tasiyor, ustumden hic premaman hirkami cikartmiyor, hic kimselerin eline sevsinler diye bile vermiyordum. O yuzden Polonyali dadimiz Marta, butun gun evde ne yapacagini bilemeden gezinip duruyordu.
*
O gunlerde gene Federico kucagimda bagli misil misil uyurken, Antonio’nun orkestra sefi arkadaslarina Pazar ogle yemegine gitmis, 5 aylik, ismini dunyanin en unlu bestecilerinden birinden almis ogullari ciglik cigliga odasindan bagirirken, hicbirsey olmamis gibi yemek servisine devam eden anne-babaya icimden hayretler ederken, bir de ustune ustluk “modern cocuk terbiyesi” dersi almis, bir daha da sevginin insani simartacagini dusunen bu insanlarla cok da mecbur kalmadikca gorusmemeyi basarmistim. (sevgisiz cocuk terbiyesi demek daha dogru olurdu bana gore..)
*
Marta, kisa bir sure sonra bir Polonyali ile evlenip, bize kiz kardesi Dorotha’yi birakip gidiyor, guleryuzlu, akilli, bir cocuklu, ilk kocasi alkolik Dorotha’da bir sure sonra onu seven bir yurekle karsilasip, hamile kaliyor ve bize Romanyali arkadasi Anna’yi tavsiye ediyordu. Soguk bir kadindi Anna. Daha eve girer girmez, telefonlari calmaya basliyor, hep gozu saatte calisiyor, guzel is yapamiyor, guzel mama hazirlamiyor ve bence turkce biliyor ama bana soylemiyordu. Ona pek guvenemedigim ve o yil Roma cok soguk bir kis surdugu icin, bir de sofor tutuyorduk sabahlari okula gitmeleri icin ve evimize kimin saat kacta geldigi, kimin saat kacta gittigi belli olmuyordu. Romanyadaki oglu ansizin hastalaninca birden bire gidiyor, arkasinda benim icin yaptigi cok guzel ortuler, ve ondan hic beklemedigim kadar duygusal bir mektup birakiyordu. Bana cok iyi davrandiniz diyordu mektupta..Beni unutmayin diye ekliyordu..
*
Anna’nin aniden biraktigi bu bosluk, muhendislik ogrencisi Valentina ile alelacele doluyor, o hemen mezun olup, hemen is bulunca, bize erkek kardesi Nicola’yi getiriyordu. Nicola her sabah gec kaliyor, gelir gelmez Federico ile cizgi filmlerin karsisina gecip ayni anda sut iciyorlardi. Nicola ile beraber hayatimiza “Charles in charge” benzeri bir yenilik geliyor, Nicola hayatimizda hep sevgili bir koca bebek olarak kaliyor, muhendislik diplomasi aldigi gun, aile fertleri bu torene onlardan daha ozenli hazirlanmis bir yabanci kadinin neden bu kadar agladigina anlam veremiyorlardi.
*
Sonra cok iddiali bir dadi sirketinden Venezzuella’li avukat Elda, geliyordu evimize. Geliyor ve neredeyse o is veren biz de onun calisani haline geliyorduk. Evdeki takvimlerin uzerine kendi ile ilgili tarihleri yaziyor, evdeki mobilyalarin yerini kendi kafasina gore degistiriyor, telefonu kendi mali gibi kullaniyor ve dudaklarini cok fazla boyuyordu. Birgun Federico, Elda uyurken benim canim sikiliyor diyor, bunu ona sordugumda, “ben saat 09 30’da bir fincan kahve icerim, 1 saat uyurum” diyince, tepemin tasi hic atmadigi kadar, nihayet atiyor ve “ORA BASTA SIGNORA ELDA !” diyordum (artik yeter! ) Bu oyle bir ORA BASTA idi ki, karsisinda durmaya 130 kiloluk Elda’nin bile gucu yetmiyordu.
*
Son dadimiz, yeni evli Doina’ya cocuk yapmaya niyetin varsa, hic burada ise baslama diyordum. Asla oyle bir niyetimiz yok diyor ve 1 ay sonra hamileyim mujdesini veriyordu. 7 ay sonra, artik gelme istersen diyorduk ve nokta, satir basi olarak yine dadisiz buluyorduk kendimizi.
*
Birden kendimi cok yorulmus hissediyordum. O siralar benim sevdigim bloglardan birinde Nilambara “evimi ozledim” diye yaziyor ve bu yazi benim de yuregimi delip geciyordu. Evime bakiyordum. Herkes birseyler degistirmis, herkes birseyler kirmis dokmus, herkes kendince iyi niyetle sahiplenmis ama bana yabancilasmis evime.. Hicbirseyi iyice aramadan bulamadigim, baslangic noktasindan cok uzaklara gitmis evime..
*
Simdilerde ne dadi, ne tata ne de yardimci istiyorum bu evde. Biraz zor olacak herseye yetismek belki ama evimi ozledim ben de. Darbeler yasamis bir yorgun demokrasi, benim cumhuriyetim, kapisini kapattigimizda sadece ama sadece biz olabildigimiz tek yer.. Evimi bulmak, hatirlamak, yenilenmek, yenilemek istiyorum. Megerse ne cok yorulmusuz, daha az yorulalim derken.. Megerse tukettigimiz deterjanin yarisindan daha azina da temizlenebilirmis bu ev. Megerse cok icli disli takimim varmis da, yanlis yikanip,icleri ayri renk dislari ayri renge donustugunden hic yok saniyormusum ben. Megerse kayip sandigim coraplarim, Federico’nun cekmecesindeymis ve cam guvecin kapagi kirilmamis megerse...
*
MEHTAP

6 yorum:

berrin dedi ki...

babam sık sık
seni okadar çok sevdikki sevgi şımarığı oldun der.
sevginin şımarttığı doğru...
sevgi şımarığı olmak kötümü...kesinlikle hayır...
arada bir ara vermek şartıyla insanın eviyle ilgilenmesi güzel...mutlu kadın işi

Adsız dedi ki...

Hepsini bildigim halde yine icime sikintilar gelerek okudum.Ya biri ya biri yada hicbiri.Herkesin secimi farkli.Ama professinal bir insanin cocuk buytmasi cok zor.Hele yurtdisindaysaniz.Anlatmaya baslasak kac blog dolar.Neyse ki Tatli Fede buyudu.Artik biraz daha kolaylasiyor isler.

Gulcin

Brajeshwari dedi ki...

Cok güzel bir yazıydı.İnsanın kendi cocugunu birine bırakabilmesi ne kadar zor.Bunu cocugum olmadan anlayabiliyorum..
Bencede bir cocuk sevgiyle buyudugu zaman, saglikli olur.Bu yüzden Anneanneler ve babaanneler iyi ki var torunlarını büyütmeye hevesli..Senin için çocuk büyütmenin yurtdişinda ne zor olduğunu tahmin edebiliyorum hem de çalışırken...Bence bu apayrı bir başarı..

Benim duydugum bunlardan daha kötü dadi hikayeleri var acikcasi..

Geçmiş olsun.. Evine hoşgeldin ..Ellerine sağlık ayrıca..

Nilambara dedi ki...

Sevgili Mehtap, yazını bir film / roman tadında okudum, hem gülümsedim hem de sabrına ve gücüne hayran oldum...
sana yürekten katılıyorum, bir çocuk eğer gerçek sevgi ile büyüyorsa başka herşeyin yokluğunu, yoksunluğunu telafi edebilir ama ne yazık ki, "modern çocuk terbiyesi" denen bir türlü anlayamadığım ya da anlamak istemediğim sistem çocuğa herşeyi veriyor ama sevgiden mahrum bırakıyor, sonunda lüks içinde yetişmiş, birkaç dil bilen, herşeye sahip ama gene de çookk doyumsuz, sevgi açlığını birtürlü doyuramayan, kimlik kargaşası yaşayan bir nesil ortaya çıkıyor...
Evinin ve ailenin keyfini çıkar Mehtap'cığım, eminim o evde müthiş bir sevgi var ve herşeyi yoluna koyuyor...

Subhankari dedi ki...

Yazın fena halde duygulandırdı beni Mehtap... Annemin bizi büyütürken yaşadıklarını anlattığı kareler geldi aklıma hep... Onu bir kez daha kocaman sevdim... Sonra saçlarımı limon suyu ile ıslatıp lüler yapan Gülay Abla geldi mesela aklıma bir de... Ve isimlerini tam hatırlayamadığım diğer ablalar, teyzeler... Zor olmalı gerçekten... Ama nihayet evine yeniden kavuştuğuna sevindim...

Adsız dedi ki...

Sevgili Mehtap,

Benim kizimla olan deneyimim seninkinin tam tersi. Ambra’yi hic cocuk bakicisi kullanmadan bugunlere getirdik. Elbette bunda sabit calisma saatleri olmayan bir meslegimin olmasinin buyuk payi var. Aslinda ben meslegimden buyuk fedakarliklar yaptim. Ama Ambra’nin cocuklugunun tadini duya duya buyuttum. Daha onuc aylikken benimle tek basina paket paket mamalar ve cocuk bezleriyle Istanbul’a sanat fuarina geldi. Ilkokula baslayincaya kadar da Roma disinda ki butun sergilerimi beraber yaptik. Roma’da iken de ucurtmalar, ebrular, batikler, cekirdeklerden kolyeler, saksilarda cicek yetistirmeler, parklari sergileri gezmeler ve daha neler neler. Sanatci olarak sansizligim, benim baba olarak Ambra’nin da cocuk olarak sansi olmustu.

Iyiki o gunleri beraber gecirmisiz. Ambra kocaman kiz oldu. Birkac gun sonra ondort yasini dolduracak. Simdi nedense ben de, teflon tencerinin kapagini kaybetme istegi aldi basini gidiyor. Herhalde Tombouktou Gölü’nu ozledim.

Fatih Mika