25 Nisan 2008 Cuma

Kara Sapan II

“…hiç soğumasın elimizde tuttuğumuz eller, baktığımız gözler sonsuzluğun mutluluğuyla hep ışıldasın istedik…” Deniz Kara

Darbeden oluşan katarak, sol gözümü son aylarda buzlu bir cam gibi iyice kaplıyor. Benim görmediğimi sandığım sol gözüm, aslında ışık aldığı için sol tarafımı da görüş alanıma katıyormuş. Birdenbire sol tarafsız kalıyorum. Yürürken konuşacağım kişileri hep sağ tarafımda tutmaya çalışıyorum. Hatta Berrin’in evinde, Deniz nedenini farketmemekle birlikte bütün tofucanları sağ tarafımda bırakan koltuğu sevdiğimi farkedip:

-Sen bu koltuğu sevdin, yine buraya otur.
-Evet,sol gözümde katarak var bu koltuktan hepinizi daha rahat görüyorum. 22 Nisan’da ameliyat olacağım.

En sonunda 22 Nisan geliyor. Cosetta ile birlikte saat 10.00’da klinikte oluyoruz. Yanımda pijamalarım ve terliklerim var. “Günlük Hastahane” denilen bu hastahane deneyimimde 306 nolu odayı iki hasta ve onların refakatçileri ile paylaşacağım. Hastalar ameliyathanede oldukları için ilk önce refakatçılarını tanıyoruz. Bir ara ameliyatların umduklarından daha uzun sürdüğünü söylüyorlar. Bir müddet sonra hastalardan biri, hemşirenin refakatinde odaya giriyor. Yorgun bir hali var. Terlemeye başlıyor. Tansiyonunun düştüğünü söyleyip karısından hemşireyi çağırmasını istiyor. Biraz sonra hemşire gelip balkonun kapısını açıp oda arkadaşımın tansiyonunu ölçüyor. Onu koltuğa uzatıp dinlenmesini söylüyor.

Gözündeki yağ bezesini aldıran bu oda arkadaşımın, yağ bezesi umulduğundan daha derinde olduğu için ameliyat uzun sürmüş ve beş dikiş atılmış. Aynı ameliyathanede diğer oda arkadaşımız da olduğu için içeriden ilk haberleri de o getiriyor. Diğer oda arkadaşımızın karısı taze haberleri ilgi ile dinleyip, yorumlar yapıyor.

Bir ara odaya hala ameliyatta olan oda arkadaşımızı ameliyat eden doktor şiddetle giriyor ve hastanın karısına, kocasının neden ameliyattan önce kapuçino içtiğini ve neden sırtından sorunları olduğunu söylemediklerini, kocasının ameliyat masasında durmadan kıpırdadağını söylüyor.

Benim sıram çok geç geliyor. 306 nolu odada üçbuçuk saat bekliyorum. Cosetta bir ara sabırsızlanıyor. Ben, önemli olan ameliyatın iyi geçmesi, üç-beş saatin önemi yok diyorum.

En sonunda benim sıram da geliyor. Antonio beni alıp ameliyathaneye götürüyor.

-Sadece gözünü anestezi yapacağız, etrafta olup bitenleri, akan suları filan duyacaksın, sakın tepki gösterme, en önemli şey kıpırdamaman.

Aklıma Kazancakis’ten okuduğum bir Stalin anısı geliyor. Çarlık askerleri bir grup bolşeviği tutuklarlar ve sıraya dizip dövmeye başlarlar. Hepsini dayaktan bitkin halde yere düşunceye kadar döverler. Ama Stalin bir türlü yere düşmez. Buna sinirlenen asker “o kadar vuruyoruz düşmüyorsun.” der. Stalin dişlerinin arasından bir ot çıkartıp gösterir “bak, bu otu dişlerimin arasında sıkmadım bile.” der.

Ben de dişlerimin arasına bir ot koyuyor ve ameliyatın sonuna kadar dişimi bile sıkmamaya kendi kendime söz veriyorum. Artık kimsenin işine yaramayan Stalin, bu ameliyathanede benim işime yarıyor.

Sağ gözümü bantlayıp sol gözüme anestezi yapıyorlar. Ve çalışmaya başlıyorlar. Ben ağzımdaki ot parçası incinmesin, Antonio’yu mahçup etmeyeyim istiyorum. Ameliyathanenin radyosundan müzik dinliyorum. Arada komutlar alıyorum: Sağa bak, sola bak, üste bak, tam karşıya bak. Bir keresinde sağımla solumu karıştırıyorum. Sisle kaplı bir denizde karanın nerede olduğunu karıştırmak gibi bir şey, çünkü mihenk taşlarınız kalmıyor. Bir ara bir kadın sesi “Görüşmek üzere” deyip ameliyathaneyi terk ediyor. Bir erkek sesi “Görüşmek üzere Carla” diyor. Ben de Carla’ya “Görüşmek üzere Carla” demek istiyorum, ama aklıma ağzımda tuttuğum ot geliyor.

Bir ara Antonio uzun saplı makası arıyor, ama bulamıyor. Herhalde bütün hikayem bu uzun saplı makasa bağlı değildir diye düşünüyorum. Bir arada Antonio “bari estetik olarakta iyi olsun” diyor. Bunun ne ile ilgili olduğunu anlayamıyor, “koklamışım ben gülümü, uçurmuşum bülbülümü ben” diye düşünüyor, gülümsüyorum.

Aklıma, eve sağlık bakanlığından gönderilmiş bir mektup geliyor. Mektupta, “öldüğünüzde eğer organlarınızı bağışlamak istiyorsanız “evet”i, istemiyorsanız “hayır”i işaretleyin ve bu kağıdı yanınızda taşıyın” yazıyor. Ben “evet”i işaretliyorum. Simdi içimden “Antonio, eğer bu ameliyatı iyi yaparsan, bari öldüğüm zaman hediye edeceğim şeyin bir anlamı olur.” diyorum.

Sayılı gün gibi, sayılı dakikalar da en sonunda bitiyor. Ayaklarımın üzerine dikiliyorum. Bir saat onbeş dakika süren ameliyatta, dişlerimin arasında tuttuğum ota bakıyorum. Gerçektende sıkmamışım. Hemşire kolumdan tutuyor ve 306 nolu odaya giriyoruz. Daha önceki iki hastanın mıymıntılarını görüp Cosetta’ya mıymıntılık yapmayacağıma zaten söz vermiştim. Mıymıntıya da gerek kalmıyor. Birden sol gözümün içinde dört yuvarlak damlanın gezindiğini görüyorum. Bu dört damla bazen yanyana gelerek bir menekşenin taç yapraklarını, bazen bir Walt Disney filminin mikisinin kulaklarını bazen bir battal ebru oluşturuyorlar. Bazende bu koyu morumsu damlaların içinden havaya fırlayan beyaz güvercinler çıkıyor.Nedense bunun ne olduğunu Antonio’ya sormayı unutuyorum. (daha sonra eve telefon edip sorduğumda, bunun önemli bir şey olmadığını, hava kabarcıkları olduğunu söylüyor. Nitekim ikinci gün kayboluyorlar)

Eve dönerken takside aklıma cep telefonumu açmak aklima geliyor. Mehtap arıyor. Antonio ile konuştuğu için ameliyatın zor ama başarılı geçtiğini biliyor. “İyiyim Mehtap” diyorum.

Nedense doktorlarla, sanatçıları karşılaştırıyorum. Sanatçının sanat diye sunduğu sanat eseri, çoğu zaman, sanatçının yapmak istediği değil, yaptığı şeydir (özellikle bu sanatçılar bu yapmak istediklerini daha sonra uzun uzun anlatmak zorunda kalırlar). Oysa doktorların işi zor. Çünkü sağlık denen seyin belirli ölçüleri var, ve hastalar bu ölçüleri biliyorlar. Hastalarının vücutları karşısında, bir tuvalin karşısındaki Picasso tavrını alamıyorlar. Ben bunu böyle istedim, ben bunu böyle düşünüyorum, ben bunu böyle görüyorum deme hakları yok. Kötü bir sanatçıyı kitlelere binbir dalevere ile iyi sanatçıdır diye yutturabilirsiniz. Ama kötü bir doktoru kitlelere iyi doktor diye yutturmak hemen hemen olanaksız. Gecelerini gündüzlerine karıştırarak bu zor mesleği binbir sorumluluk alarak yapan doktorlara ( Elbette benim doktorum Antonio Gualano’ya da) çok saygı duyuyor, tesekkur ediyorum.

23 Nisan’da akademiye derse gidip gidemeyeceğimi kestiremediğim için atölyedeki malzeme dolaplarının anahtarlarını Mara’ya veriyorum, “gelin çalışın atölye kapalı kalmasın, ben ne halde olurum bilmiyorum” diyorum. 23 Nisan sabahı her zamanki gibi erkenden, gözümde plastik bir koruyucu (burada midye kabuğu diyorlar buna) metroya biniyorum. Metroda dilencilik yapan çingene çocuğu benim gözümdeki plastiği görünce (komik bir şey yapmaya çalıştığımı düşünerek) dilenciliğini unutup bana nanik yapıyor. Ben de ona nanikle cevap veriyorum. Akademiye varıp atölyeme girdiğimde iki Marayı atölyeyi yerleştirirken buluyor, her ikisine de teşekkür ediyorum. İkisi de hem iyi öğrenci hem de çok iyi insanlar. Bugün atölyeye giren bir hoca Maralardan birinin bastığı bir gravürü gösterip bana “Senin mi?” diye soruyor. “Benim değil, öğrencimin.” diyorum.

7 yorum:

Nilambara dedi ki...

Sevgili Fatih, tekrar çok geçmiş olsun, acil şifalar olsun... hatta Antonio'ya da geçmiş olsun, zor bir ameliyat...

Buarada, son satırdaki haklı gururun çok net anlaşılıyor... Bir öğretmen için,sanırım en güzel ödül bu cümleyi söyleyebilmek :))

Brajeshwari dedi ki...

Fatihcim
çok geçmiş olsun.Ameliyatın iyi geçecegi inancını yitirmemene sevindim.Agzındaki ot fikrini cok sevdim..

Aslinda bazen kötü diye tecrübeleyebileceğimiz bazı olayları, eğlenceli yada değişik hale getirmek bizim bakış açımız ile mümkün...

umarım ağrın sızın yoktur..Keyfin yerindedir.. Bunu söylerken sana göz kırptım.Sen aynı şekilde bana sol gözün ile karşılık vermelisin:)

sevgiler..

7zeytin dedi ki...

Fatih Hocam, gecmiş olsun.
Gülü koklasan bülbülü salsan da
façan yerinde olsun...
o.

Mehtap Pasin Gualano dedi ki...

Sevgili Fatih,
ben bir arastirayim bakayim kimmis bu Carla.. :-))

Çiğdem Atabey dedi ki...

Sevgili Fatih bey, Ankara'dan bol şifalar dileklerimizi gönderiyoruz; güzel görüşler OLsun bundan böyle..
Çiğdem & Baturhan

berrin dedi ki...

çok geçmiş olsun fatih / umarım herşey yolundadır

Fatih Mika dedi ki...

Sevgili Arkadaslarim,
Hepinize cok tesekkur ederim