11 Şubat 2008 Pazartesi

Mara

Ho voluto più bene a voi che a Dio, ma ho la speranza che lui non stia attento a queste sottigliezze e abbia scritto tutto al suo conto.” Don Milani

“Sizleri (ogrencilerini) tanridan daha fazla sevdim, fakat umuyorum ki tanri bu detaylarin uzerinde durmaz ve hesap defterine herseyi yazar.” Papaz Milani

Roma Guzel Sanatlar Akademisi’nde gravur dersleri vermeye basladigimda en buyuk sorunum, benden once hocasiz kalip dagilan ogrencilerimi toplamak oluyor. Bu ogrencilerin en iyileri zaten baska gravur atolyelerine geçmisler. Bana kalanlar ise çesitli nedenlerden dolayi hocalarinin eksikligini hissetmemis, ya da bu hocasizlik onlarin islerine gelmis. Bu ogrencilerimin icinde bes tane anne var. Bir tanesinin uç, bir tanesinin iki, diger uçunun de birer çocuklari var.

Ogrencilerimi biraz biraz toparlamaya basladiktan sonra ki butun çabam, onlara gravuru iyi bildigime ve kendilerinin de iyi gravur yapacak guce sahip olduklarina inandirmak oluyor. Istiyorum ki murekkeplere bulansinlar; metallari kazisinlar; gravur presini çevirsinler; yun keçenin altinda sakli olan çinko gravur plakanin, nemli beyaz kagidin uzerinde oynadigi oyunun içine girsinler; asitlerle, reçine tozlari ile, yagli murekkeplerle, merdaneler ve preslerle oynanan bu pis oyunun sasirtici, bastan çikartici sonuçlarini gorsunler; ortak bir atolyenin en temiz ve sorumlu bir sekilde nasil kullanilacagini ogrensinler.

Hergun sabahin sekizinde akademide oluyorum. hademeler benden sonra gelip atolyeyi temizlemek istediklerinde sandelyenin uzerine çikip oturuyor. Yerlerin kurumasini bekliyor, kitap okuyor, TOFU’ya yazacagim yazimi, ya da kendi projelerimi dusunuyorum. Ogrenciler genellikle saat 10.00’a dogru gelmeye basliyorlar.

Atolye yavas yavas canlanmaya, ogrencilerim gravuru sevmeye basliyorlar. Birgun uc cocuklu Barbara’nin bebek arabasiyla en kucuk cocugunu atolye getirdigini goruyorum. “Hocam Andrea’yi uyutayim, geliyorum.” diyor. Andrea bebek arabasinin icinde misil misil uyuyor. Biz Barabara ile yeni bir gravure basliyoruz. Bir muddet sonra bir ogrenci gelip Barbara’ya “cocugunuz uyandi, ama aglamiyor” diyor. Barbara hemen Andrea’nin yanina gidiyor.

Mara, akademide ki ilk gunlerimde diger ogrenciler gibi gelip “Ben sizin ogrencinizim.” diye kendini tanitiyor. Elisi kagidindan kesilmis gibi kirmizi saclari, fistik yesili mantosu, enlemesine renkli seritli coraplari var. Bana gosterdigi isleri de duzenli, bastan savma degiller. Ilk dersimizde cinko kalibin uzerinde sabirla, hatta gereginden fazla calisiyor. “Mara, keke fazla seker koyarsan, kek daha tatli olmaz” diyorum.

Mara, 64 km. uzaklikta ki baska bir sehrin bir kasabasindan once otobuse, sonra trene, daha sonra da tekrar baska bir otobuse binerek akademiye geliyor.
-Olsun, eve dondugunde hic olmazsa yemegi pisirilmis, camasirlari yikanmis ve utulenmis buluyorsundur.
-Yok, annem de calisiyor, Roma’ya bir evin ev islerini yapmaya geliyor.
-Baska kardesin var mi?
-Bir agbeyim var, ama evlendi kendi evlerinde yasiyor.
-Simdi evde el uzerinde tutuluyorsundur.
-Oyleydi, ama agbeyimin kizi dogunca artik oyle degil.

Sarayevo Guzel Sanatlar Akademisi’nde ki ihtisas yillarimda koca atolyeyi bes ogrenci paylasamaz; kapici Zvonko’ya gravurlerimin deneme baskilarini hediye eder, butun ogrenciler akademiden cikinca ben akademiye girer calisirdim. Eger aylardan Ramazan ise discilik fakultesinde okuyan Istanbullu arkadasim Kamber gece yarisindan sonra elinde ramazan pidesi ile atolyenin onune gelip cama kucuk bir tas atardi. Ben ya da Zvonko gidip kapiyi acar; gravur basmaya ara verir; yumusak, sicak pideleri yer cayimizi icerdik.

Hozo bir sabah akademiye geldiginde ogrencisi Anka’yi atolyede ki bir masanin uzerinde uyurken bulmus. Atolyede ki diger masalarin uzeri ise Anka’nin butun gece uyumayip bastigi gravurlerle doluymus. Hocam Hozo da Ljubljana’da ki ogrencilik yillarinda, akademiye -ustelik gizlice- girer ve calisirmis.

Gecen persembe, yine sabahin sekizinde akademideydim. Yuzelli yillik yasamlari ile gizemli hayvanlara benzeyen akademinin en eski preslerinin oldugu, murekkep ve petrol kokulari icinde ki bu atolye bana hep eski ustalarin dunyasini ve onlarin islerini hatirlatir. Tam tarihin icine dalip gidiyorken atolyenin kapisi acildi. Kafami cevirip yerleri temizlemeye gelen hademeyi karsimda bulacagimi sanirken, karsimda birden Mara’yi gordum.
-Sabah kacta kalktin?
-05.30’da
Hemen calismaya basladik.


Fatih Mika 10 Subat 2008 Roma

1 yorum:

Fatih Mika dedi ki...

Don Lorenzo Milani:
Lorenzo Carlo Domenico Milani Comparetti, 27 Mayis 1923’te Floransa’da dogdu. 1943’te papaz okuluna girip 1947’de papaz oluyor.

Halkla olan iliskilerinden (o tarihlerde Italya’da 5 milyon okuma yazma bilmeyen var ve toplam nufusun yuzde onucunu olusturuyorlar.) klisenin halkin egitimi ile ilgilenmesi gerektigine inaniyor.
“Okulla hristiyanlar yapamam ama insanlar yapabilirim.” Diyen Don Milani okulun herkese (ateist ya da inancli) ait olmasini istedigi icin okulun duvarindan carmiha gerilmis Isa Peygamber’i cikartiyor.

1958’de “Din Adami Tecrubesi” adli kitabini yayinliyor. Bu kitaptan bir alinti:“Calisma cesareti olana topragi vermek gerekir, oturma cesareti olana ev vermek gerekir, hergun ahiri temizleme cesareti olana hayvan vermek gerekir. Ormanlar dagda yasama cesaretini gosterenlerin olmalidirlar. Topraktan cikip salonlara giden zenginlikleri geri alip tekrar koylulere vermeli ve bizi affetmelerini ummaliyiz. Fakat bunun icin artik cok gec.”

Bu kiskirtici ve aci sozler kliseyi rahatsiz ediyor. Ve klise kitabi uygun bulmayip piyasadan cekilmesine karar veriyor.

Klise Don Milani’yi sadece 124 kisinin daginik sekilde yasadigi dag basinda ki susuz, elektiriksiz, yolsuz Barbiana’nin Klisesine surgune gonderiyor. Barbiana’ya gelen Don Milani geldiginin ertesi gunu gidip Barbiana mezarligindan kendisine bir mezar satin aliyor.

Barbina’da sifirdan baslayarak kendi okulunu kuran Don Milani koylulerin cocuklarini okula gondermeleri icin elinden geleni, hatta aclik grevi bile yapiyor.

Bu oncu okulda ingilizce, almanca, fransizca hatta arapca bile ogretiyor. Yurt disina egitim ve is amacli geziler duzenliyor. Ogrencilerin iclerine kapanikliklarini kirmak icin onlara bizzat tiyatro dersleri veriyor. Suyu tanimayan bu dag koyu cocuklarinin sudan korkmalarini engellemek icin bir de kucuk bir havuz insa ediyor. Don Milani’nin okulunda dersler gunde 12 saat yilda 365 gun devam ediyor.

26 haziran 1967’de sadece 44 yasinda iken yakalandigi hastaliktan kurtulamayip oluyor. Barbiana’ya suruldugunun ikinci gunu satin aldigi mezara gomuluyor.

Yasaminda ne sag kesime ne de sol kesime yaranamayan Don Milani’ye olumunden sonra 68 kusagi sahip cikiyor. Her halde biz Turk gencleri de bu ruzgarin etkisi ile 70’li yillarda Turkceye cevrilen “Barbiana Ogrencilerinden Mektuplari”ni okuyabiliyoruz.