2 Şubat 2008 Cumartesi

Duman

Bizim mahallede halkaların, poğaçaların, galetalarin, un kurabiyelerinin, üzümlü keklerin, açmaların, kandil simitlerinin ve sandviçlerin yapıldığı bir simitçi fırını vardı.
Satı, bir elinde adı Boncuk olan eşeğinin ipini çeker, diğer elinde devam ettiği ortaokulun ders kitabını okur; küfelere, sepetlere yüklediği bu unlu mamülleri tren istasyonlarının ve okulların büfelerine götürürdü.

Kemal ise, bir sepete doldurduğu bu unlu mamüller ile Trakya’nın köylerine gider; büyük şehiri ve bu şehrin fırınlarında pişirilmiş unlu mamülleri tanımayan, onları alacak parası dahi olmayan köylü çocukların, evlerinden getirdikleri yumurtalarla bu unlu mamülleri takas eder; Trakya’nın köylerinden, samanların içine dizilmiş; renkleri, cinsleri ve büyüklükleri birbirlerine benzemeyen; hindi, ördek, kaz, ve tavuk yumurtaları dolu sepeti ile dönerdi. Biz çocuklar sepetin boşaltılmasına yardım eder; masalımsı bu köyler, bu köylerin çocukları, bu çocukların oyunları, evleri, meyve ağaçları, kuşları, derelerı, yaşamları üzerine hayaller kurardık.

Bu simitçi fırını, bizim çocukluk yaşamımızda ki oyunlarımızın merkezi olur; balta ile odunların kesilmesine yardım eder; kışları ise yaşıtlarımız olan fırıncının çocukları ile sohbet ederek, sıcacık fırını bir oyun yerine dönüştürürdük. Fırının sahibi Abdullah Amca bütün gece hamurlarla ve onları pişirmekle uğraştığı için gündüzleri ortalıkta pek gözükmez; sinirli bir gürültü ile fırına girerken biz çocuklar hemen ortalıktan kaybolurduk. Fırında yakılmak için yandaki arsaya yığılmıs çalı demetlerinin üzerine, fırının damından atlayarak, çocuk ruhlarımıza havada uçmayı tattırır, yumuşacık çalıların üzerine, yünlü yatakların üzerine olduğu gibi yaylanarak düşerdik. Akdeniz maki bitki örtüsünden yapılmış bu çalı demetlerinin içine oyduğumuz dehlizler; saklambaç oyunlarında saklandığımız gizli yerlerimiz olurdu.

Böyle bir oyun için hazırladığım gizli yerime, bir saklambaç oyunu sırasında döndüğümde; benim gizli yerimin bir kedi tarafından keşfedilip içinde doğum bile yapılmış olduğunu gördüm. Bu haber, saklambac oyunun sonu, yeni ve hüzünlü bir oyunun başlangıcı oldu. Mahallemizin; bizlerin peşinden gelen, bizlerle oyun oynayan köpekleri vardı da bizim sahip çıktıgımız kedileri galiba yoktu. Bu kedi ve yavruları, artık biz mahallenin çocuklarınındı. Bu yeni aileyi, öyle çalıların içinde bırakamazdık. Hemen delikli bakır kuruşlardan oluşan harçlıklarımızı ortaya koyarak, nalburdan çimento aldık. Tuğlaları büyük bir ihtimalle bir inşaattan aşırdık. Gidip, Vercin Marakur’un bahçe duvarının kenarına, çatısı bile olan küçük bir kulübe inşa ettik. Bu, bizim kedimize ve gözleri kapalı yavrularına yakışır bir kulübe idi. Sonra anne kedi ve yavruları için kaplara yiyecek ve süt koyduk.

Eğer hava kararmasa; ya da annelerimiz balkonlara, pencerelere çıkıp bizleri çağırmasa; hiç birimiz o küçük kulübenin önünden ayrılmaz; sabaha kadar orada bekler; kedi yavrularının milim milim büyümelerini, gozlerini ilk açtıklarında annelerinden sonra bizleri görmelerini isterdik.

Akşam olup, uyku bizleri uyutmak için gözlerimize girmeye çalışırken; gözlerimizin içindeki kedimizi, onun yavrularını ve kulübesini oradan çıkarmak için kimbilir ne kadar uğraşmıştır.

Sabah uyanır uyanmaz hepimizin ilk gittiği yer, kedinin kulübesi idi. Fakat, erkek kediler yavruları boğmuş, üç renkli anne kedi kulübeyi terk etmişti. Büyüklerin ve anne kedinin bildiğini biz çocuklar da öğrenmiş, bu erkekliği erkeklikten saymamıs, çok ama çok üzülmüstük.

Aklımda iz bırakan ilk kedili anım budur. Sobamızın yanında ki şilteye yatıp uyuyan bir kedimiz olmasına rağmen, rengini bile anımsamıyorum.

Sinou’ların komşusu Halide Ablalar’ın Linda adında, yerden bitme cinsi, küçük bir köpekleri vardı. Halide Ablalar yolda terkedilmiş küçük bir kedi bulup, alır eve getirirler, boyu Linda’nın yavruları ile aynı olan yavru kediyi Linda’ya teslim ederler. Süt anneliğini kabul eden Linda, yavru kediyi kendi yavruları ile birlikte büyütür. Dişi olan bu kedi de büyüyüp, birgün anne olup, yavrular doğurur.

Bir balıkçı köyünde bir kedi beslemek hakikatten iş değildir. Bu yavrulardan koyu gri olanını Halide Abla, Meryem Teyze’ye hediye etmişti. Sinou ile ben bu yavru kediye isim babalığı yapıp, koyu gri renginden dolayı Duman adını verdik.

Insanoğlu köpeği göçebe iken evcilleştirdiği için, sahibi nereye giderse köpek onunla birlikte gider. Halbuki insanoğlu kediyi yerleşik düzene geçtiği zaman evcillestirmiş. Bu nedenden kedi sahibine değil de evine bağlıdır. Nitekim başka semtlere taşınan komşularımızın kedileri, bütün çabalara karşın o başka semtlerde yaşamayıp, artık sahiplerinin olmayan evlere geri dönmüşlerdir.

Nedenini tam bilmiyorum. Belki de evde güvercin ve diğer kuşları beslediğim için, kedilere o zamanlar özel bir ilgi göstermemiş; okşanıldıklarında içinize kadar girip size huzur veren hırıltılarını, tüylerinin yumuşaklığını keşfetmemiştim. Belki de yaşım, henüz okşama yaşları değildi.

Akademide gravürü tanır tanımaz çok sevmiştim. Ders saatlerinin dışındada, boş olan atölyeye gider, kendi kendime çalışırdım. Bir öğle sonrası, boş atölyede kuru kazı tekniği ile yaptığım gravürün mürekkebinin yağ oranını tam ayarlayamamış; gravür kalıbına yapışan mürekkebi temizlemek için verdiğim mücadeleden çıkan sesler koridora kadar yayılmıştı. Birden atölyenin kapısının açıldığını, açık kapıdan Hocam Hozo’nun başını uzatıp “Fatih, yavaş, yavaş, gravür kalıbı kadın gibidir” dediğini duydum.

Dumanı uzaktan izliyor; kuşlarımıza zarar vermeyen tavrına, balıkçı bir ailenin kedisi olduğu için yakaladığı farelerle sadece oynayıp, sonra salıvermesine, bizim verdiğimiz balıkların sadece gövdesini yiyip, kafasını ve kuyruğunu bırakmasına şaşırıyor; martıların saldırılarından kaçıp kayıkları çektiğimiz kızakların altında ki sığ sulara saklanan kefal yavrularına pusular kurup, onları yakalayıp kendi ekmeğini sudan çıkarmasına saygı duyuyordum.

Bir kış günü, bir tavuk zamansız kuluçkaya yatınca; Meryem Teyze tavuğu ve yumurtalarını follukla birlikte sobalı odaya almıştı. İlk yirmi gün hayvanlar dahil, ailenin yaşamında bir değişiklik olmamış; ama yirmibirinci gün ilk civciv yumurtanın kabuğunu kırıp, sarı ponpon tüyleri ile annesinin kanadının altından kafasını çıkarınca, Meryem Teyze Duman’a güvenemeyip “Duman artık sen eve girme” demişti.

Oysa biz göle ava gitmek için tekneyi hazırlamış; tüfeklerimizi, fişekliklerimizi, kasık çizmelerimizi, parkalarımızı ve sucuk-ekmekten ibaret olan nevalemizi tekneye yüklemiş; almayı unuttuğumuz yağmurluklarımızı alıp, tekneye dönerken; Duman’ı ağzında bizim sucuk kangalı ile kaçarken yakalamıştım. İçgüdüsel bir sekilde, hemen basamak tahtasını alıp Duman’a fırlatım. Basamak tahtasının isabet ettiği Duman, Afrika savanlarında çitaların antilopları yakalarken çıkardıkları gibi tozu dumana karıştırıp,bir iki takla atıp gözden kayboldu. Duman’ın gidiş o gidiş.

Bu arada civivler büyümüş, havalar ısınmış, bahar gelmişti. Ama Meryem Teyze Duman’ı unutamamış. Duman’a “Duman artık sen eve girme.” dediğine bin pişman olmuş. “Ne alıngan kedi, vallahi bir defa söyledim, alındı, bir daha eve dönmedi.” diye üzülüp duruyordu.

Fatih Mika 1 Şubat 2008 Roma

3 yorum:

Brajeshwari dedi ki...

Kedilerde kadin gibidir.Hepsinin kendine gore kisilik ozellikleri vardir.Guruludurlar..Ama saygı da gormek isterler..

Duman'ın bir sucuk ugruna yasadigi sona cok üzüldüm..

Adsız dedi ki...

Hepimizin coçukluk öykülerinin en yakın dostu kedilerdi, köpekler ise kapının önündeki makamlarında farklı misyonlarıyla babalarımızın evde olmadığı zamanlarda evimizin koruyucuları yada abilerimizin aşağıki mahalleye kavga etmek için gittiklerinde yanlarında getirdikleri güçleriydi. şimdilerde ise köpeklerde evlerimizin içinde yani duygularımıza daha yakın günlük sohbetlerimizin baş aktörleri oldular eski misyonlarından farklı, koruma değil korunma durumunda bir hal aldılar ellerinde olmadan.
Çocukluğumdan hatırladığımsa yanlızlığımın tek dostu olan, çoçuksu gizlerimi paylaştığım, yanında ağladığım,yatağımın termoforu 3 renkli kedimiz Ayşeydi.
İLK anda biraz hüzün katsada bu zamanlarada geçmişle olan dialoğlar şimdi de farklı anlamlar bulup mutluluğa dönüşüyor.Bu, bu gün sizin yazınızla gerçekleşti benim dünyamda.Teşekkürler Bay Mika

Adsız dedi ki...

sevgili Fatih Abim,

Yazdıklarının dumanı tütüyor,büyüklere masallar tadında hem de en gerçeğinden.
Okudukça gizli bir kapı aralanıyor da sanki ordan sizin çocukluğunuza gidiyorum,babannemin,dedemin gençliğine,hatta kendi yokluğuma belki:)
Artık o günlerde ben de varım sıcaklağı işledi bir kere yüreğime...


Teşekkürler düşlerine sağlık.