
Bu sabah, telefonum çalınca “aman tanrım” demekten kendimi alamadım. Çünkü, okulu oldukca uzakta.
Neyse ki, bu okul yılı yapılan ilk istek idi. Unuttuğu dosyasını ve kalemlerini alıp okula götürdüm. Bu guzel sonbahar günü, yaz güneşine benzemeyen, insana yukardan değil de egilerek bakan, ısıtmasa bile; binaları, ağaçları, tramvayları, yüzlerimizi aydınlatan bu güneşli günde Roma’ya da baslamış oldum.
İlkokulu da neredeyse Coleseum’un bahçesinde okuyan Ambra, liseyi okumak için yine aynı semte döndü. Çektiği fotoğraflardan; sınıfının penceresinden Coleseum’u, antik Roma harabelerini ve bütün yolların çıktığı Roma’nın merkezi Campidoglio’yu gördüğü anlaşılıyor.
Ben, Coleseum’un önündeki duraktan otobüse binip eve dönerken; belediyenin saksılara diktiği sapsarı açmış kasımpatlarını seyrediyorum. Birden aklıma, sıcak bir yaz günü bu kasımpatların çiçeklerine benzeyen

Birden otobüsten inip, sanat malzemesi satan bir dükkana gidiyor, fakat aradıgım ölçülerde bir dosyayı bulamadan dükkandan çıkıyorum. Tam Dante Meydanı’ndaki postahanenin önünden geçerken, aklıma elektirik faturasını yatırmak geliyor. Sıra numarası veren makinanın düğmesine basıp, seksendort yazan sıra biletimi alıp, beklemeye başlıyorum. Onümde beklemem gereken tam otuzbeş kişi var. Simdi, ağırlıklı olarak yabancıların yaşadıgı bu eski semtimizin insanlarını süzerken birden Andrea’nın annesini görüyorum.
Andrea, Ambra’nin ana okulundan bir yaş büyük bir arkadaşı. Andrea’yı sabahları ana okuluna kıvırcık beyaz saçlı dedesi getirip, akşamüstüleri ana okulundan yine o alıyor. Günlerin kısa olduğu mevsimlerde Dante

Andrea bir türlü kaçıp kurtulamıyor, her defasında onu buluyoruz.
Birgün, Colle Oppio Parkı’ndan hep kaçmak isteyen Andrea’nın kan kanserinden kaçamadığını öğreniyorum. Yaşamını yitirmeden önceki son isteklerinden olsa gerek; Andrea’nın parlak siyah tüylü, kırmızı tasmalı bir köpeği oluyor. Bizim küçük çocuklara olan sevgimizin aynısını parlak siyah tüylü köpeğine gostererek; hasta ve yorgun haliyle okulun kapısına kadar birlikte geliyorlar. Birgün okuldaki küçücük arkadaşlarının gözyaşlarından sahneden çekildiğini anlıyorum.
Oysa, semtin bir köşesinde ne zaman dedesini yada annesini parlak siyah tüylü, kırmızı tasmalı köpeği gezdirirken görsem; bugun oldugu gibi Andrea ve bütün bunlar aklıma geliveriyor.
.
Fatih Mika
2 yorum:
Sevgili Fatih, Roma'ya dönmüşsün anlaşılan, sergi yazısı beklerken harika bir Roma yazısı ile hoşgeldin :)
Senin ve Mehtap'ın Roma yazılarınızı okurken, harika bir Fellini filmi izler gibi gözümde canlanıyor anlattıklarınız.
Bugün ki filmin de çok hoş, çok etkileyici ama ne yazık ki çok hüzünlü bir son... Filmin tümü etkileyici ancak son sahne çok vurucu... Andrea beni çok etkiledi, tam kayboluşları, kaçışları ve arama çabaları ile beni kendi çocukluğumdak benzer maceralara götürüp gülümsetirken son kaçışa yenilişi acı ama... herneyse... devamı yok işte bu kadar...
Sevgili Fatih
Nilambara'ya katilmamak mümkün degil..Bir romanın içindeki bir sahneyi okuyor gibiyim.Gözümde canlanıyor her sey,her yüz...
Yazın biraz hüzünle de bitse, ben her sekilde senin daha uzun soluklu yazmandan yanayım..Uzun soluklu ve hikayeler biribirine geçişli...Böylece biz Roma'da yada Tombouktou gölünde daha fazla kalabiliriz tadını cikara cıkara..Ve kuslar öter bir yandan da.. fink fink...
eline saglık..
Yorum Gönder