19 Kasım 2007 Pazartesi

Ne Gokte Ne Yerdeyim


Asit, tiner, alkol, petrol kokulari; metal talaslari, recine tozlari, yagli murekkepler ile verdigim savasta nerede oldugumu anlamak icin beyaz kagitlari islatiyorum. Davetkar bir kadin gibi suyu emen kagitlar; sisiyor, genisliyor, yumusuyor, canlaniyor; iki gramlik renkli toprak tozlarinin, uzerlerinde anlamlar yaratmasini bekliyorlar.

Bir sanatcinin kendisi ile yuzlesmeyi goze aldigi zor bir andir bu.

Guvercin gravurleri yapiyorum. Kaliplari guvercin bicimlerinde kesip beyaz kagitlar uzerinde ucuracagim. Eski yunancada peristera denen guvercinler umarim benim de perilerim olurlar. Yoksa guvercin beslememi engelleyen anne-babamin bana tattirdiklari uzuntuyu yasayacak; yine guvercinsiz kalacagim.

Kaliplari murekkeplendiriyor, prese yerlestiriyorum. Sonra kagidin uzerindeki fazla suyu almak icin gerekli olan temiz, su emici kagitlarimin kalmadigini farkediyorum. Bu is icin eski gazeteleri kullanmaktan baska carem yok. Eski bir gazeteyi alip islak kagidin uzerine koyuyor, fazla suyu beyaz kagidin uzerinden aliyorum.

Aman tanrim. Gazete kagidinin uzerine yazilmis bazi notlar ve karalamalar, beyaz gravur kagidina geciyor. Tertemiz beyaz kagidim kirleniyor. Ters donmus harfler, susam tanelerinin biraktiklari yaglar, cay tabaginin izi ve ters donmus bir telefon numarasi.

Telefon numarasini duzeltiyor, bir kenara kaydediyorum.


●●●

Fuarda cok yoruluyorum. Basimin uzerinde yuzlerce ampul, uzerime hava ufleyen gurultulu vantilatorler. Gunduz onbirden aksam sekize kadar suren uzun bir gun. Disarida yagmur yagiyor.

Angelo ile Giorgio biz Taksime gidiyoruz istersen sen de gel diyorlar. “Bu aksam eve gidip dinlenmek istiyorum, ustelik evde lufer var.” Diyorum. Yalniz giderken beni eve birakin.

Otomobilin islak camlarindan parcalanmis sari isiklar giriyor. Silecekler, bizim camlari degil de sanki onumuzden akan otombillerin kirmizi isiklarini siliyorlar. Dogru durust disarisini bile gormedigim herhangi kiralik bir otombilin icindeyken “Istanbul’da olmak, anne evinde olmak gibi bir duygu.” diye dusunuyorum.

Telefonum caliyor. Ses “Fatih ben bir saat sonra Taksim’de olacagim, gelebilecek misin?” diye soruyor. Tamam, bir saat sonra ben de oradayim. “ diyorum . Eve telefon edip “bu aksam italyanlarla olacagim” diyorum. Italyanlar suratima bakiyorlar.

Sanayi Odasi’nin oraya geldigim de Eren’e telefon ediyorum. Bulundugu noktayi tarif ediyor. Eski bir dost ile sokak ortasinda bulusup kucaklasiyoruz. Beni Ece’nin Bar’ina goturuyor. Sohbetler ediyoruz. Sonra Ece Hanim da sohbete katiliyor. Herkes hem sehirde, hem de sehirden uzakta olmak istiyor. Ben sadece sehirden uzakta olmak istiyorum. Herkes sehirden uzakta, dunyayi yakalayamamaktan, dunyanin gerisinde kalmaktan korkuyor. Ben dunyayi yakalamak istemiyorum. Biliyorum dunya cok kocaman. Ben dunyanin bir kosesinde kendi hesabima kendi sarkimi soylemek istiyorum. Eger simdiye kadar kendi hesabima yasamissam, neden bir sarkim olmasin.

Ece Hanim’in etsiz mezeleri cok lezzetli. Annemin zeytinyagli domates dolmalari ile yillar sonra tekrar karsilasiyorum. Kuzu kulaklarinin mayhos lezzetleri beni cocukluk yillarima goturuyor. Bir kuzukulagini taniyana kadar yedigim butun baska otlar, onlarin karmakarisik tadlari aklima geliyor.

Roma’ya dondugum de Eren’e bir e-mail ile bu gece icin tesekkur ediyorum. Eren de yanitinda “benim programim da oldukca yogundu.yilbasi yaklastikca yuz islemleri artiyor..bir kez bile gorusmus olmak gene de cok iyi geldi.” diyor.

Eren’e yuzlerini, vucutlarini duzeltmeye gidenler, acaba Eren’in onlarin ruhlarini da duzeltebilecegini biliyorlar mi?

●●●


27 Kasim’da Roma’da kisisel bir sergim var. Beni yakindan taniyan galericilerim, serginin adini “Neverwhen Neverwhere” koymuslar.

Galiba Turkcesi:
"Ne gokte ne yerdeyim
Bir garip seferdeyim" olmali.

2 yorum:

Mehtap Pasin Gualano dedi ki...

Bircok bulusun hikayesinde, senin gazete kagidindan havlularin gibi, unutkanliklarin, dalginlarin, yanlislarin ya da yokluklarin izleri var. Bilimde de, sanatta da sayisiz ornegi var bunun..

Belki birgun bir amfide bir sanat tarihcisi ogrencilerine Mika yontemi ile yapilan, gazete kagidi gorunumlu gravurleri anlatirken, senin Tofu'daki yazini okuyacak.. Ben bu guvercinlerin bazilarini yapilis asamasinda gordugum icin heyecean duyuyorum seninle birlikte. Ustelik payima dusen, sicak bir demli cay icip, seni izlemekti sadece.. Dusunuyorum da, bu guvercinler, sadece kara haberlerin yazili oldugu son zamanlarin gazetelerinin ustunde, cok anlamli dururlardi gibime geliyor.

Son serginin ismi de, bir onceki kadar guzel. Galericiler bilmezler tabii ama o sarki "asikmiyim ben neyim ? diye devam ediyordu.. Tabii isin o faslina bizim burnumuzu sokmamiz yakisik almaz. Benim bildigim, sanatcilar asik olmazlarsa, nefes alamayan bir canli turudur de ondan diyorum sadece..

Brajeshwari dedi ki...

Fatih
her sanatci boyle beklenmedik seyleri, olagan karsilayip,onu da yaratim evresine soktugu zaman ortaya harika birsey cikiyor.Ayni senin gravürlerindeki gibi..

yeni sergini heyecanla bekliyoruz.
Acaba seferinde Ankara'ya da bir durak olur mu?