3 Ekim 2007 Çarşamba

SESLER, YUZLER, SOKAKLAR...

Antonio telefonda ogleden sonraki isinin iptal oldugunu ve istersem Federico’yu onun okuldan alabilecegini soyluyor. Yani bu, ben bu ogleden sonra ne istersem onu yapabilecegim demek. İcimdeki benler hemen gorus bildirmeye basliyorlar. Anne ben “iyi bir supermarket alisverisi yapilabilir, bu arada Federico’ya havuz icin yeni bir mayo ve bornoz gerekli” derken, kadin ben “hemen kuafore kos, sansin varsa belki manikur bile yaptirabilirsin diyor, doktor ben “Superior Sanità Enstitusunden alacagin yayinlar icin uygun zaman” diye araya giriyor. İcimdeki Mehtap hep sona kalmaya aliskin, “bugun senin canin ne cekiyorsa onu yap” diyor. Neyseki icimdeki benler birbirlerini seviyorlar ve iyi geciniyorlar. Canim ne cekiyorsa onu yapmayi seciyor ve arabama binip, Soz Vermis Sarkilar (Murathan Mungan) albumunu suruyorum cd playere ve Roma’nin guneyine dogru gidiyorum.

Biz Roma’nin guneyinde yasiyoruz. Evimizin yakininda benim sevdigim Viale Europa, onun kestigi Viale Beethoven’in sonundaki meydanda Roma’nin en bilinen cafelerinden Palombini var. Ogleden sonrama orada baslama karari veriyorum. Cantamda henuz okumaya basladigim Yuzyilin Asklari (Can Dundar) var.

Begonvillerin altinda bir masaya oturuyorum ve bogurtlenli vanilyali bir cay istiyorum.
Kitabimi aciyorum ama okumak ne mumkun. Etraf kadinlarin kendi aralarinda “fico” diye tanimladiklari hos erkeklerle dolu. Hepsi aksam uzeri olmasina karsin, henuz dustan cikmis ve giyinmis kadar “fresh” gorunumlu, gomleklerinin kollari, mutlaka ceketlerinin kolundan daha uzun olan, cogunlukla kol dugmesi kullanan, hemen herzaman bronz tenli, bakimli elli, sampanya ya da hardal rengi tertemiz ayakkabili, mutlaka heryerde gunes gozlukleri gozlerinde olan, cok gerekliyse gozlugu baslarinin ustune degil de, burunlarinin altina kaydiran, hosluklarindan cok emin hos erkekler “fico”’lar.


Benim de gunes gozlugum gozumde ve kitabimi okuyormus gibi yapiyorum, bir yandan da cayimi yudumluyorum. Fotograf makinem cantamda ama neredeyse cantam kadar buyuk makineyi cikartirsam, herkesin caktirmadan birbirini suzdugu bu ortamda farkedilecegimi biliyorum ve hic tesebbus bile etmiyorum. Yan masada birbirlerine hic bakmadan sessizlige gomulmus bir cift oturuyor. Erkek cep telefonu ile oynuyor, kadin fincani ceviriyor tabaginda.. “Ne zaman baslar ayriliklar, dostluklar biter.. ne zaman? “ diye soruyor Murathan Mungan.. Iki masa otede, orta yasli, gorenek sahibi olduklari her hallerinden belli iki bayan dondurma kup yiyorlar, bir yandan da bir albumun fotograflarini ceviriyorlar. Ya torun ya tatil fotografidir diye dusunuyorum icimden..

Kalkip bir ucunda Palazzo dell'Esposizione (sergi sarayi), diger ucunda Palazzo dei Congressi (Kongre Mergezi) olan meydanda birkac fotograf cekiyorum. Siyah buyuk bir jipin icinden bir erkek bana gulumsuyor. “Sizi cekmiyordum diyorum”. “Evet, henuz tarihi eser sayilacak kadar yaslanmadim” diyor. Zaten bu meydanda en eskiler Mussolini zamanindan kalma.




Viale Europa’ya dogru iniyorum. Piyasa saati. Cadde dopdolu. Butun cafeler civil civil.. Milyonluk giysiler vitrinlerden, kurusluklar tezgahlardan alicilarina bakiyor. Yolun sonundaki kilise belliki tamir goruyor. Kilisenin ustune giydirdikleri elbiseye bakiyorum.. Gulmek geliyor icimden. Simgesi kaplumbaga olan bir canta markasi bu.


Viale Europa’dan gole dogru kivriliyorum. Caddenin adi Viale America.. Orasi da civil civil.. Gunun son gunesli saatlerini cimenlere yayilarak geciren gencler, torun gezdiren buyukanneler-buyukbabalar, yalniz yasayan yaslilar ve parali da olsa yine de onlarin can yoldasi olan yabanci bakicilar var burda da. Golun sulari isil isil.. Bir bankin uzerine oturuyorum. Ben de bu goruntunun bir parcasiyim simdi diye dusunuyorum. Benim onlari gordugum gibi, beni de birileri goruyor. Kitabi acik, ama kitabindan baska heryere bakan hos bir kadin olarak tanimlanabilirim herhalde.

Eve dogru yola cikiyorum. Yari yolda, tam da onlari dusunurken, Federico ve Antonio’yu yolun kenarinda goruyorum. Ben yavaslar yavaslamaz butun arabalar birden korna calmaya, ellerini kollarini sallamaya basliyorlar. Elimi camdan cikarip, yavas yavas yavas diyorum birkac kez. Hepsinin cinleri tepesinde olmali, anlamazliktan gelip bagirmaya devam ediyorlar.

Evde gorusuruz diye opucuk yolluyorum Federico’ya. Murathan Mungan cd’sini aciyorum yine. Zuhal Olcay, sesler, yuzler sokaklari soyluyor.

Bazen durmak ve sakin sakin etrafa bakmak gerek gunes gozluklerinin arkasindan bile olsa .. Sesleri, sokaklari, yuzleri gormek gerek bazen.. Bazen yavaslamak, ritmi yavaslatmak, goruntunun parcasi olmaya firsat vermek gerek bazen..

Mehtap Pasin Gualano

Roma’ 3 ekim 2007

7 yorum:

Fatih Mika dedi ki...

Sevgili Mehtap,

gecen gun ben de ayni yerlerde, bir arkadasimin sergisine gittim.

Mussolini zamaninda yapilmis bu mimari yapilara bakinca icimden "Bunlari yapanlar fasist ise, bizim laz kalfalara ne demeli" diye gecti.

berrin dedi ki...

mehtap
rica etsem
fico kelimesini cümle içinde kullanırmısın:)

Nilambara dedi ki...

Sevgili Mehtap,
içindeki Mehtapı dinlemekle ne iyi yapmış ne keyifli bir gün geçirmişsin...
haklısın genelde en sona o kalır, diğer bizler zaten gün içinde o kadar gevezelerki, öncelik hep onlarda, zaman zaman frene basıp yavaşlayıp esas bize yol verip bir nefes almak güç toplamakta yarar var. Esas bizin bize söyleyecek çok şeyleri var sadece zaman zaman ona da kulak kabartmamızı bekliyor... Zaman zaman frene basmakta yarar var :)

Nilambara dedi ki...

zaman zaman
zaman zaman
ahhhh o zaman...

ne çok zaman zaman demişim :) kendi yorumumdan ben sıkıldım ve dilime bu şarkı dolandı :))

Brajeshwari dedi ki...

Sevgili Mehtap
Roma'yi merak ediyorum.Gerci Fatih'in gittigi minik deniz kasabasini tercih ederim Roma'ya ama.İtalya basli basina -boydan boya gorulmesi gereken bir ülke.. İnsan kendi gozleriyle görmeyince algilamiyor o güzelliği, anlatilanlari, meydanları, köşebaşlarını,bogurtlenli vanilyali çayı.. Yazin yine cok akici ve güzeldi.Ama ben yazinin sonuna kadar, senin icinden gecenlerin ne oldugunu okumayi bekledim..Ne düşündüğünü, içinde nerelere vardığını, neyin gülümsettiğini seni,Roma'dan yüregimize dokunmanı... Orada hala kapalı bir kutu var sanki..Açmanı ve akmanı beklediğimiz..

Subhankari dedi ki...

Sayenizde İtalya benim için "güzel bir Avrupa ülkesi" olmaktan çıkıp, yaşayan bir yer haline gelmeye başladı... Roma'yı merak ediyorum... Giderek daha çok... Yazdıkların çok hoştu Mehtap, okuması son derece keyifli...

Mehtap Pasin Gualano dedi ki...

bilgisayarim aniden izne cikinca birkac gundur sizden uzak kaldim. Yorumlara tesekkur ediyorum. Italya'ya gelmeyi dusunurseniz, bogurtlenli vanilyali caylar ve rehberlik benden.
Berrin'cigim, bugun bir prof. cok spor bir bicimde gelmisti bir toplantiya, "benim icin dus almis olmak onemli, fico bir tip degilim, hic bir zaman da olmadim" dedi.
Nilambara'cigim, iste tam oyle zaman zaman bir ogleden sonraydi. yasadigim sehri birak, semti bile gormedigim oluyor bazen.
Burcu'cugum, ben durdum ve baktim yalnizca. icimden binlerce sey gecti. Murathan Mungan'in sozleri cok yakiciydi, Can Dundar'in kitabi da oyle (nedense butun buyuk asklar, aci dolu galiba). Yani yuregim aslinda cok doluydu haklisin gozleminde.
Sevgili Subhankari, Roma merak edilmeyi cok hakeden bir sehir. Cunku ne ilgini cekiyorsa onu bulabilecegin bir yer..
hepinize sevgiler