“Çam ağaçlarının tepe dallarını keserseniz, çam ağaçları büyüyemezler." derdi babam. Ben dinlemez bu tepe dallarını keser kuş sapanı yapardım.
Bir viking alfebesinin “m” harfine, ya da aşk ve barış simgesinin ters çevrilmişine benzeyen bu dalın kabuklarını soyar, yana açılmış dalları büküp ortada ki dala bir tel ile bağlardım. Ağaç yaşken eğilir ya. Sonra bir ateş yakar bu telle bağlanmış dalı ateşte ısıtır ve kurumasını sağlardım. Kuruduktan sonra biçimini kaybetmeyen bu dallardan ortadakinin üst kısmını tamamen, yan dalları ise bir hilal gibi keser, bu dallara eski kauçuk ayakkabılarımın altından kestiğim lastikleri bir meşin ile birlikte takar ve kuş sapanımı yapardım.
Elimde bu kuş sapanı ile mahallenin bütün sokaklarını dolaşır; ağaç dalları arasında, elektirik tellerinde, çatılarda kuş arardım. Serçeleri, baştankaraları, kırmızı göğüsleri, sığırcıkları ve diğer bütün kuşları; onların kondukları ağaçları beslendikleri yiyecekleri sevdikleri ve sevmedikleri havaları böylece tanıdım.
Onlar da beni, böylece tanımış oldular. Bazıları bu tanışmadan sağ çıkıp bir daha insanoğluna yanaşmamayı öğrendiler. Diğerleri de çocukça yakılmış bir ateşin üzerinde bir çocuk deneyimsizliği ve sabırsızlığı ile ateş daha köz olmadan yalazalı alevlerle pişirilip dışı simsiyah, içi kıpkırmızı üç gramlık bir av eti olarak arkaik bir duygu ile dişlendiler.
Tele konmuş kuşlara sapanla fırlattığım taşlar bazen kuşların tam üzerlerine kondukları tele çarpar, benim ve kuşların yüreğinde çınnnnn diye bir sesle yankılanırdı.
Bu çınnnnn sesinin, kuşların yüreğinde nasıl yankılandığını ben de birgün sahiden öğreniverdim.
Üzerimizi kırmızı bir cibinlik gibi kaplayan bir yaz aksamüstü idi. Leylekler uzun gagalarında o günün son öğünü yılanlarla, üzerimizden geçip yavrularına dönüyorlardı.
Teyzemin oğluna da bir sapan vermiştim, oynuyorduk. O uzaktan bana bir taş fırlattı. Taşı gözümde hissetim. Hemen öteki gözümü kapadığımı anımsıyorum: Hiç bir şey görmüyordum.Hemen eve koştum. Beni hastahaneye götürdüler. Doktorlar gözlerime damlalar sıktılar. Bir müddet sonra sol gözüm sadece bir ışığı sezebiliyordu. Daha sonra bitip tükenmeyen kontroller. Bu kontroller zamanla seyrekleşti ve belki de bu seyrekliğin getirdiği gevşeklikle unutuldu. Ve ben yaşamıma bu sol gözümü kullanmadan devam ettim. Bazen bu kullanamadığım sol gözüme bakar, belkide kendini yormadığı için kullandığım sağ gözümden daha alımlı bulurdum.
Birkaç gün önce bir ekografisini çektirdim. Darbeden kaynaklanan katarak dediler ve ameliyat günü verdiler. Gözüme damlatılan damlalar nedeni ile gözüm kamaşıyor, herşeyi bir buğulaşma içinde görüyordum.
İnsanların yüzlerine bakamam pek. Her insanın yüzünde zaten bir hikaye vardır. Ben insanların yüzlerine baktıkça bu hikayeleri okumaya çalışır ve insanların mahrem olan hayatlarına da girerim. Hikayesini okuduğum insanla bazen gözgöze gelir, suçüstü yakalanmış bir hırsız gibi yüzüm kızarır, kafamı başka bir yöne çevirir konuşmaya artık gözgöze gelmeden devam etmeye çalışırım.
Hastahaneden eve metro ile dönüyordum, karşı sırada oturmuş insanları bir daha görememek ihtimali geldi aklıma ve insanların iç dünyalarına girmeden onların elbiselerine, saçlarına kaşlarına gözlerinin renklerine bakmaya başladım.
Yoksa birgün nasıl yazardım onların öykülerini?
Fatih Mika
7 yorum:
Bazen daha az goren bir goz, aslinda daha cok sey farkediyor Fatih.. O guzelim kus gravurleri sadece iyi goren iki gozle yapilamazlar degil mi?
Eylule huzunlu bir baslangic bu yazi..
Cocuklar olumun mutlak bir yokolus oldugunu anlayamayacak kadar hayatla mesguller ve onlar icin hayat, icinde olumun de oldugu bir oyun..
Simdi Floransa'da heykeltras bolumunde master ogrencisi olan Asli, daha o kucucukken yemege gittigimiz Cunda adasinda butun bir ogleden sonra balik tutmak icin ugrasip didinmis, sonra balik oltaya takilip karaya ciktiginda niye yaralandi bu balik diye uzun uzun aglamisti..
Hala sapanla oynuyor mu cocuklar biryerlerde..?
Gunaydin, gene ben..
Bu sabah hem senin yazini yeniden, hem de Nilambara'nin butun yazilarini en bastan okumaya basladim. Yazilardan birinde bahsettigi Feng-Shui nin verdigi hizla kitaplarimin hic degilse bir bolumunu duzeltmege calisirken 1997 yilina ait bir antibiotik cep kitabinin arkasina yazdigim su cumleyi buldum. Sana soylemek istedigim tam buydu da Mark Twain, daha guzel soylemis. Ben ingilizcesini yaziyorum, cevirim guzel olmaz korkusuyla.
"You can't depend on your eyes when your immagination is out of focus"
Sevgiler
Sevgili Mika geçmiş olsun.
Beto
Sevgili Mehtap,
Aslinda bu halimden yakinmadim. Yasam devam etti. Bir de kucuktum.
Daha sonra yine parcalar kaybettim vucudumdan. Onlarida yazar Tofu'ya gonderirim. Ama vucuduma eklediklerim de oldu. Yasam zaten bir vermek-almak demek degil mi?
Simdi yarimyuzyili asan bir yasla geriye baktigimda, butun bunlar hosuma gidiyor. Eger yasamim, hic kullanmadigimiz elbiseler gibi yeni kalsaydi bu daha uzucu olmaz miydi?
Sevgili Betul,
Tesekkur ederim.
Sevgili Fatih,
Ben de internette gordum senin kus gravurlerini ve oburlerini.Eger bir gozle yapilanlar bu kadar etkileyiciyse simdi ameliyattan sonrakileri cok buyuk bir heyecanla bekliyorum.
Fatih
insanin kendiyle barisik olmasi dunyanin en onemli seyi bence...Bu yuzden kutluyorum seni.. Göz gercekten onemli bir organ...Algılamak, algıladigina inanmak için...Ama ancak gören gözler görüyor...Bu yüzden yazında sadece bir gözünün hikayesini okudum..Gördüğün yada inandiğin herşeyin,hikayelerinin devam edeceğine eminim...bizde keyifle okuyacagiz her zaman oldugu gibi..
Yorum Gönder