9 Eylül 2007 Pazar

Çiçekler


“Hıdrellez den bir gün önce dileğinizin maketini gülün dibine koyarsanız, dileğiniz gerçeklesir.” derdi annem. Ben, dalları dikenler içinde, çiçekleri pembe katmerli, mis kokulu reçel gülünün altına küçük taşlardan bahçeli bir ev yapar, bahçeyi çiçekler ve ağaçlarla donatırdım. Hani köylüye sormuşlar “aşk nedir” diye? O da “İki genç sevişirler, evlenemezlerse aşık olurlar” demiş. Benim de böyle bahçeli bir eve aşkım hala devam ediyor.

Balkon kapısının yanındaki kumlu begonya ile koridorda ki kuskonmazı saymazsak, evde pek çiçegimiz yoktu. Oysa küçücük bahçemizde kasımpatlar, karanfiller, şebboylar, reçel gülleri, hanımeller, leylaklar ve zambaklar vardı.

Şehrin dışında bahçeli küçük evlerin serpiştirildiği bir yerdi bizim semtimiz. Belediyenin çöpçüsü at arabasıyla kimbilir kaç günde bir gelir az miktardaki çöpü alır giderdi. O yıl yenilen meyvaların çekirdekleri, o yıl temizlenmis bahçelerin çiçeklerinin tohumları orada kalırdı. Ben baharda filizlenen şebboyların, karanfillerin, akşam sefalarının, malta eriklerinin, vişnelerin fidelerini toplar bahçemizin bir köşesinde kendi bahçemi yapardım.

Okulumuz (ilk birbuçuk yıl) oluklu saçlardan yapılmış yarım silindir şeklindeki iki barakadan ibaretti. Bir de bu iki barakaya ek olarak yandaki kahvehane sabahları sınıf olarak kullanılırdı. Ağbeyim bu kahvedeki sınıfa devam ettiğinden okula değil de, gece yaşamına daha yatkın olarak büyüdü. Yağmur yağdığında içine su damlayan sınıfımızdaki sıralar ve sandalyeler toplama oldukları için hiçbiri birbirine benzemezdi. Odun sobası ile ısınan bu sınıflara kışın bir elimizde çantamız, diğerinde bir parça odunla giderdik. Okulun en güzel yanı tenefüsleri idi.

Bahar günleri hademenin elindeki sarı çanı çalması ile ben kendimi birden bire kırların içinde bulur; çiçekler, fideler toplar; ağaçlara kuşlara bakar; sınıfa dönmeyi unuturdum. Aklım başıma gelip te okula döndüğümde okulun bahçesi bomboş olurdu. Sınıfın kapısını çalar, boynum eğik içeri giredim. Sevgi öğretmen, beni yanına çağırır yanaklarıma tokatlar atar, tırnaklarını kulağıma batırırdı. Ben, yaptığı işin doğruluğundan emin, dayak yemekten utanmaz, hademenin elindeki sarı çanı çalmasını beklerdim. Hiç unutmam çok güzel bir bahar günü her tenefüste sınıfa geç döndüm, her seferinde yanaklarıma tokatlar yedim, kulak memelerim delindi.

Sevgi ögretmenimin kocası Ahmet başögretmen iyi bir insandı. Sevgi ögretmenin her yıl sonu beni sınıfta bırakmasını önler, benim farklılığımdan değisik bir şeyler çıkma olasılığını sezerdi.

Bir defasında Sevgi ögretmen tarih dersinde beni tahtaya kaldırdı. Sorular soruyordu. Ben kendi tarihimden başka hiç bir tarih bilmiyordum. Sıra dayağa gelmişti. Beni yanına çağırdı. Siyah okul önlügüm, geniş beyaz okul yakam vardı. Sevgi ögretmen beyaz yakamdaki kırmızı kan lekelerini gorunce kavga ettigimi sanıp “Ne yaptın?” diye kükredi. Ben sallanan dişimi çektigimi söyledim. Bana dayak atmadı.
Yeni, sahici, geniş koridorlu okul yapılırken, Sevgi ögretmen telaşlanır, ögretmenler birliginin toplantısında, yeni okulun birinci katının pencerelerinin ya benim kolayca çıkabileceğim kadar alçak yada atlamaya cesaret edemeyecegim kadar yüksek olmasını istermiş.

Bu yeni okul yapıldığında yeni yazı tahtaları, yeni sıralarla birlikte geniş koridora kocaman saksısı ile bir devetabanı geldi. O yıllarda bizlerin tanımadığı, evlerimize sığamayacak kadar büyük, kartal kanatlı, kökleri havada kocaman bir bitkiydi bu.

Ögrencilerini kırlardaki bitkileri tanımaya göturmeyen ögretmenler, bu devetabanından her sınıfa birer tane üretebilmek için, her havadaki kökün altına üzerinde sınıfı belirten etiketler yapıştırılmış su dolu kavanozlar koydular. Tabi ki hiçbir sınıfın devetabanı olamadı. Oysa benim, evimizin bahçesinin bir köşesinde yaptığım bahçemde şeftali ağaçlarım, şebboylarım, biber ve domateslerim vardı. Üstelik dayak yiyen de bendim.

Her zaman çiçeklerim oldu. Çiçekler bana sevmeyi, sorumluluk duygusunu, güzellikleri, bereketi ve herşeyin para olmadıgını ögretti. Hala, ondört yıl önce çekirdekten ektiğim zeytin ağaçlarım, nar ağaçlarım var. Hala begonyalarımın, mum çiçeklerimin dallarını kırar kırar saksılara diker, biber fideleri yetiştirir eşe dosta dağıtırım. Rüzgarların balkonlardaki saksılarından kopardıgı bir sardunyayı sokakta gorunce kıyamaz, öpüp başıma kor, eve getirir, bir saksının içine saplarım.

Elbetteki çiçekler sevgiyle yetişir. Hem de öyle bir sevgi ki, sardunyayı sevemeyenler orkideleri de sevemezler.

güller gül gibi kokmuyor artık
sen kokunla olduğun gibi kal gülüm

güller yıl boyunca rengarek açıyor artık

seni kokunu ve baharı beklerim ben
sen kokusuz açma gülüm
...
.
Fatih Mika

7 yorum:

Brajeshwari dedi ki...

Fatih
bir ilke imza atayim ilk ben yorum yapiyim dedim:)

İlkokul anilarini cok keyifle okudum.Bir çocugun keşfetme meraki aslinda en iyi öğrenme yolu..O zaman bu arastirmaci çocuklar "ders kaytarici" olarak mimleniyordu belli ki..Ki benim zamanimda da böyleydi..Ben herşeyi resimle anlatirdim..O zaman algılanmadı öğretmenim tarafından..Konuşmuyorum diye kulaklarim duymuyor mu diye testlere girdim bir sürü sonra..Şimdi kulağımın biri cidden az duyuyor, herşeyi çok konuşarak anlatiyorum..Resim mi..onu da az yapiyorum işte..

yazin çok güzeldi..eline sağlık..Nar ağacına bayıldım..

crispy dedi ki...

Sevgili Mika,çocukluk anılarını
okurken,benim çocukluğumun çok
sıradan olduğunu düşünüyorum.
Hayranlıkla okuyorum.

Yaz başında evde yapılan tadilatta
on yıldır benimle olan bitkilerimin
bir kısmı telef oldu,hatırladıkça
yüreğim sızlıyor.

Artık buralarda kasımpatları
çıkmaya başladı.Ben bu sene sarı
beyaz kasımpatlrı aldım.

Bitkileriniz çok güzel.

Beto

berrin dedi ki...

fatih
tohumdan nar nasıl yetiştiriliyor?
nar ağacı çok güzel

Bluewaves dedi ki...

Fatih
Hem yazini cok severek okudum hem de nar agaci ve mum cicegi ne ( emin degilim) bayildim.
Nar nasil evde yetisir???

Fatih Mika dedi ki...

Nar uzerine birkac soz:

Saksida kolay bakilan nar, Turkiye'de "Sus Nari" denilenler. Italya'da "Cuce Nar" diyorlar.

Bugunlerde uzerlerinde meyvalari oldugu ve 'ticari' (ucuz bitkiler aslinda) degerleri oldugu icin her yerde bulmak olasi. Istanbul'da bu yeni acilan buyuk magazalarda bile var.

Bu bitkilerin uzerinde ki narlar catladigi zaman nar tanelerini saksilara ekebilirsiniz. Baharda kendiliginden cikiyorlar. Ilk cikan yapraklar karsilikli kalp gibi, nar yapragina benzemiyorlar. Tohumlari ilkbaharda ekmek isterseniz havadar bir yede kurutun ki kuflenmesinler.

Istanbul'a benzeyen iklimlerde butun yil balkonda kalmalari daha iyi. Salon bitkisi degiller ama cok gunesli cam kenarlarinda da yetisirler sanirim.

Eger tek fide genis bir saksida ise ayni yil cok buyuyebiliyor ve diger meyva agaclarindan farkli olarak ayni yil cicekler (acelyalar gibi) acip meyvalar veriyor.

Bir de meyvalarini (bir cok agactan farkli olarak)yeni filizlenen dallar uzerinde yaptigi icin nar agaci yapraklarini doktugu zaman ona sekil vermek daha kolay.

Ilk aklima gelenler bunlar.

Sevgili Berrin'e ve Gulcin'e kolay gelsin.

Mehtap Pasin Gualano dedi ki...

Fatih'e yazmadan once (yaziyi cok ama cok begendim bu arada) Gulcin'e bir notum var. Eger babam "nar evde nasil yetisir ?" diye sordugunu duysaydi cok uzulurdu. Yillarca saksilarda nar yetistirdi, kazayla ciceklerinden biri dusse, parmagi kesilmis gibi uzuldu, bize kucucuk narlari sevincle gosterdi..Hala da yetistiyor..

Nilambara dedi ki...

galiba bu sene tofucanlar arasında bir "saksıda nar yetiştirme sezonu" olacak :))
tabii ki ben de deneyeceğim :)