26 Ocak 2007 Cuma

ÖYKÜ 1: "sormayın bana nasıl diye..."

Sormayın bana nasıl diye...
*
Ben de bilmiyorum, bilseydim eğer herşey çok daha farklı olurdu şimdi... ama öğreniyorum, öğrenmeye çalışıyorum. Hiçbirzaman hiçbirşey için geç değil ve tek bir sihirli kelimesi var bu “YAŞAM” formulünün... ucundan kulağından biraz uygulamışım ama yetmemiş, daha fazla vermeliymişim, hesapsızca verdiğimi sandığım sevgimi... aslında cimrice davranmışım... mesafelerim var benim, herkesi herşeyi seviyorum ama farklı mesafelerde farklı ölçülerde derken yanılmışım... Tanrı hesapsız, mesafesiz - ölçüsüz – yargısız severken tüm yarattıklarını, benim ne haddime, ben kimim ki mesafeler – ölçüler - yargılar içinde sevdiğimi sanmışım herkesi ve herşeyi...

Ah o beklentiler! Hiç bitmeyen, sonu gelmeyen beklentiler... Siz değilmisiniz tüm hayal kırıklıklarımızın sebebi... “anne burada ne yazıyor, bu ne diyor, ne olmuş.... ah biran önce okuma-yazmayı öğrensem de şu gazeteleri kendim okuyabilsem...” “ah şu okul bir bitse...” “bir iş hayatına atılsam, siz o zaman görün beni...” “ah bir emekli olsam, neler yapacağım” “bu da bitti şimdi sıra şunda” hiç sonu yok bu beklentilerin... “bunu da başardım... bunu da beceremedim...”

Hep teraziler kurduk önümüze, başarı kefesini doldurmaya çalıştık, başarısızlıklarımıza üzülerek... Mutluluk anlarına değil mutsuzluk anlarına diktik gözümüzü, şükretmek yerine kahretmeyi yeğledik çoğunlukla... Farkedemedik ki terazinin bir kefesi sürekli ağır basarsa dengesi bozulur ve ayar tutmaz. Başarısızlıklarım da benim derslerim tıpkı başarılarım gibi, mutsuzluklarım da benim tıpkı mutluluklarım gibi... o da var o da... biri diğerinden ayrı değil, ayrılmaz ikizler... Bir diğer sihirli kelimesi “YAŞAM” formulünün denge... Hep kaçırdık ayarı, bozduk dengeyi...

Ya geçmişte kaldık, ya geleceğe sarıldık dört elle... Kucağımızdan akıp giden anların kıymetini bilemeden... Anlayamadık, geçmiş – gelecek, hesap - kitap derken elimizden akıp giden aslında hayatın ta kendisi... bastırdık kahkahalarımızı ağlayanlara ayıp olur diye, bastırdık acılarımızı gülenlerin keyfini kaçırmayalım diye... Farkedemedik ki, acı da kahkaha da hepimiz için, şimdi ben sonra sen daha sonra gene ben gene sen.... bir kısır döngü ki ancak bastırmadan özgürce atarsan kahkahanı ya da özgürce salıverirsen gözyaşlarını çıkabilirsin bu döngüden... o an hissettiğini özgürce serbest bırakıp dolu dolu yaşarsan duygularını, ancak o zaman temizlersin onları ve yeni duygulara yer açarsın... Bastırdıkça taşar kabına sığamazsın, yaşam gitgide ağırlaşır omuzlarında. Oysa boşalttıkça, yeni yerler açtıkça hissedersin o anı ve yaşamın dayanılmaz güzellikte ki hafifliğini...

Hep geç kaldık herşeye... O da bu da derken yaşam yol aldı gitti... Bilseydim bunları, bilseydim eğer herşey çok daha farklı olurdu şimdi... ama öğreniyorum, öğrenmeye çalışıyorum yaşam seni, herşeye rağmen yüzümdeki gülücükleri esirgemeden...



12/07/2006

2 yorum:

Brajeshwari dedi ki...

Burcu said...
yine harika bir yazı..okurken kalbinize işleyen..

siz iyi bir yazarsınız..:)

Subhankari dedi ki...

Ne de güzel oldu böyle insanın içini ısıtan bir yazı ile güne başlamak...
Zaman zaman içimizden geçenleri dile getirmişsiniz sımsıcak cümlelerle... Gerçekten öyle... Öğrenmeye çalışıyorum ben de... Bazen yüzümden gülücükleri esirgesem de öğrenmeye çalışıyorum...
İyi ki buradasınız Nilambara, lütfen yazın... Gene yazın...