31 Temmuz 2007 Salı

Ruhum Acıyor

Şiir yazmayı beceremem, yazanlara hep imrenirim ama beceremem... seneler içinde 3-5 denemem oldu, genellikle sufi şiirler... ve genellikle ben de saklı kaldı...
aylar önce birini paylaşmıştım sizlerle... bugün stoklara göz atarken birine daha rastladım...
geçen yıl yazmışım, ilahi olana aşkımın çok kabardığı bir günmüş anlaşılan...


Ruhum acıyor, ruhum deliniyor, delik deşik...
Yalnızlığım ve ben, ben ve yalnızlığım sürüp giderken böyle
Aşkımın ağırlığından ezilen, taşıyamayan yüreğim sancırken
Zihnim kapanıp uzaklıklara direnemez, aşamazken
Senden bu kadar uzakta, aşkımı yaşarken yalnızlığımda
Nasıl devam edebilirim yaşamaya
Nasıl dualar etmem sana kavuşmak için
Ne yapmalıyıma cevap bulamazken
Sana kavuşmak ne kadar da zor ne kadar da uzak
Ne kadar da ezici ne kadar da acıtıyor...

Ruhum acıyor Tanrım, ruhum kanıyor
Ruhum kaldıramıyor senden uzakta bu kaosu
Ruhum direnemiyor senden uzakta bu sevgisizliklere
Ruhum dayanamıyor senden uzakta bu yalnızlıklara
Ruhum ölüyor Tanrım, sana kavuşamadan ölüyor
Bedenim yaşarken henüz, ruhum ölüyor...

02.08.2006

Zaman akıp giderken sensiz,
Yalnızlığım ve ben kaybolurken birbirimizin içinde,
Aşkın kaynayıp taşarken yüreğimden,
Herşey ne kadar da çok ve ne kadar da boş...

30 Temmuz 2007 Pazartesi

Minoo


Telefonum çaldığında Barboros Bulvarı’na tırmanan belediye otobüsünün içindeydim. Cosetta “Hemen karar vermeliyiz” diyordu. Bir yavru kedi hediye edeceklermiş, Kabul edelim mi? Etmiyelim mi?

Tıkış tıkış otobüsün içinde gözleri üzerime dikilmiş yorgun otobüs yolcularının şaşkın bakışlarına, içimden “faka bastırılıyorum” diye yanıt vermek geçti. Cosetta’ya “iyi, iyi alalım”, kendime de “yeni bir dünya kurulur, benim kuşlarım da o dünyada yerlerini bulur” dedim.

Neyse durakta otobüsten inip, agbeyimin işyerine gittim, hemen Cosetta’yı aradım.

Ambra’nın okul arkadaşı Gaia’nın annesi yeni evlerinin bazı işlerine yardım eden mimar arkadaşına bir iran kedisi hediye etmiş. Ama zavallı kedi yeni evinde bir hafta bile yaşayamadan ölmüş. Fakat böyle değerli bir kedinin garantisi varmış, bir hafta içinde ölürse yenisini veriyorlarmış. Fakat mimar arkadaş bu kötü deneyiminden sonra “ben artik kedi bakamam” demiş. Garanti kagıdı Gaia’nın annesinin elinde kalmış, o da bize bu hakkını teklif etmiş.

Elimizde garanti kağıdı olunca, sipariş hakkımız da vardı. Cosetta kedinin cinsiyetini , Ambra da cinsini ve rengini belirledi: Dişi, mavi bir iran kedisi.

Aradan bir iki hafta geçince dükkandan bir telefon “Kediniz geldi, gelip alabilirsiniz”. Gidip aldık. Aslan gibi yeleli erkek kardeşini dükkanda ki kafesinde içimiz ağlayarak bıraktık. Minoo yaklaşık üç aylıktı.

Adı zaten hazırdı, Minoo. Walt Disney’in “Aristokrat Kediler” isimli çizgi filminin kahramanlarindan biri. Evi de Minoo’ya gore hazırlamıştık. Kafeslerin etrafını kümes teliyle çevirmiştim.

Eve ilk alışmalardan sonra, bir baktım yerlere sürünerek benim kuşlara saldırmaya hazırlanıyor, ben de hazırlandım. Tam kuşlara saldırdıgı zaman yetiştim, poposuna bir şaplak vururken ağzımla da kedilerin kavga ederken çıkardıkları sesi çıkardım. Minoo evin içinda kaçacak delik aradı. Ben hazırlanmış ikinci saldırıyı bekliyordum. Nitekim bir süre sonra salonda ki yemek masasının altından yine yerlere sürünmeler ve saldırı. Ben bu sefer sadece kedilerin kavgada çıkardıkları sesi çıkardım, poposunda ki şaplağı yapıştırmaya gerek yoktu. Minoo onu zaten hatırlamıştı. Yine evin içinda kaçacak delik aradı. Bu antramanlar bir kaç gün devam etti. Evde olmadigimiz zaman salonun kapısını kilitliyorduk. Bir ay sonra da kafeslerin etrafında ki kümes telini çıkarıp attım. Benim kuşlarıma dokunulmayacağını öğrenmişti.

Cosetta bir sabah erkenden beni uyandırdı. Minoo’nun ağzında bir kuş vardı. Ve Minoo kuşu vermiyordu. Yakalayıp kulagını üfledim, kuşu bıraktı. Agzında ki kuş bir erkek serçe idi. Gidip balkona serçeyi saldım. Kuş sapasağlamdı, uçup gitti. O zaman anladım ki Minoo benim kuşlarımla benim olmayanları ayırt ediyor. Nitekim artık aradan beş yil geçti. Geçenlerde gecenin geç bir saatinde bir belgesel izliyorum, belgeselde birden serçeler ötmeye başladı birden, Minoo’nun balkona doğru nasıl koştuğunu görmeliydiniz, gece olduğunu unutmuştu.

Oturdugumuz bina Roma’da yüzyıl önce inşa edilmiş eski bir bina idi. Duvarlarında binayı enlemisine kesen süs amacı ile yapılmış çerceveler vardı. Bir gun baktık Minoo bu çercevelerin üzerinden yürüyerek üç bina ileride ki balkona kadar gidiyor. Ayni şeyi simdiki yeni evimizde de yapıyor, sekizinci katın saçağından üç-dört bina ileriye kadar gidip oralarda güneşlenip geri dönüyor.

27 Temmuz 2007 Cuma

yağmurun kokusunu özledim...



bu ne sıcak allahım....
son bir haftayı
su içip
duş yaparak
geçirdim

afrika kıtası
gözden
çıkarılmış bir yer gibi gelir
sanki bu gezegende
öyle bir yer yokmuş gibi
o insanlar
sanki yaşamıyormuş gibi
ölmeye
terk edilmişler gibi
afrikanın
kafamdaki görüntüsü
karınları şiş afrikalı çocuklardır
her taraflarına sinekler konar
öylece yatarlar

birileri vardır
umursayan
ki
onlar iyi yürekli
cesur insanlar
arasıra konserler
verirler
belgeseller çekerler
durum budur
görün artık
demeye çalışırlar
kendi adıma
o çabaları
biraz hafife almışım

acaba
küresel ısınma
dünyanın geri kalanı
anlasın - görsün diyemi

böyle işte
hava çok sıcak
ve
ben sıcak sevmiyorum

26 Temmuz 2007 Perşembe

duygular sadece yorum olarak kalmamalı... :)

Sevgili Brajeshwari,

Bugün yaşamınızın dönüm noktası olan çok özel birgün sizler için. İzninle, duygularının yorum olarak kalmasına gönlüm el vermedi ve hemen buraya taşıyorum :)
*
Sevgili İndrani ve Sevgili Subhankari, lütfen sizler de paylaşın bizle,
*
Sevgiler hepinize...


BuRcu dedi ki...
Bugün benim için özel bir gün.. Bugün Hindistan saatiyle 9.30 'ta..Bizim saatimizle 6.30 da uzaktan harinam inisiasyonu aldım.. Uzun zamandir istediğim şey gerçek oldu ve yollar beni Hindistan'a götüremese de, ismimi bana getirdi rüzgarlar...
*
Heyecan güzel birşeymiş.. Heyecanlanmak... Bunun için bir gün-bir gecedir heyecan duyduğumu sanmayın sakın..O kadar uzun zamandır istiyor hayallerini kuruyordum ki kalpten... Beni duydu güzel Tanrım ve beni mutlu etti bugün doyasıya...
*
Sevgili Nilambara’nın bu konudaki kalpten desteğini unutamayız.. Bizim isteğimize hep çok mutlulukla yaklaştı ve gönlünden destekledi bizi.. Sorularımıza sabırla ve sevgiyle cevap verdi. Yolumuza ışık tuttu.. En önemlisi de kalbimizi doldurdu enerjisiyle... Onun bize verdiği kalpten güç ve İrem’in korkusuz ve cesur adımları sayesinde oldu herşey...
*
Uzun süredir istenen, heyecanı duyulan ve gerçekleşmesine saatler kalan, sonra heyecandan uykusuz geçen bir gece ve sabahında İremle yaptığımız internet cümlelerini hayatımda unutulmazlar arasına girecek detaylar...
*
Brajabanita bize, üçümüzün -İrem, Selen ve Benim ortak bir karmamiz olduğunu söyler dururdu.Şimdi de üçümüzün harinam inisiasyon kardeşi olmamizda tesadüfi değil bence... Bugun şükretmem için o kadar çok şey var ki... Bugün ve bundan sonraki günler içinde içim mutlulukla dolu...Yüzümde huzurlu bir tebessüm..Kabartma tozu yutmus gibi kalbim büyüyor bazen mutluluktan..
*
Oyle bir gün işte.. mutlu bir gün... Hoşgeldik Nilambara....
Teşekkürler ayrıca... İnsanin kendisiyle eş sevinen didilerinin olması güzel birşeymiş..

Brajeshwari

Yolculuk Ege'ye


bir dostluk nasıl başlar?
bazen şap diye
bazen usulca, hissettirmeden
bazen zorla
bazen de bir bakmışız başlamış bile...
yüreğinize girmiş
pır pır,
gırgır,
tıp tıp...
havalara aldırmadan, suyumuz kalmadı yandık! demeden, üniversite mezunu olarak ya da olmadan, bunlara aldırmadan
yayan gider dostluk...
dostluğun kendisi kırılmaz,
aslında insandır kırılan!
dostluğun kendisi uçmaz,
aslında insandır havalarda uçan!
o kadar güzel dostluklar başladı ki hayatımda...
aslında hepsi yazar...
aslında hepsi kebap sever:)
bir de itiraf etseler!

ben bu dostlukları bavuluma koyup gidiyorum önce
çanakkale'ye...bozcaada'ya...
sonra
dikili'ye..
ege'ye.....

bütün dostlarıma hoşçakalın demek istedim..
şimdilik..

Mutlu...Ünlü.... Zeynep Ünlü Mutlu

Sevgili Indrani, Sevgili Brajeshwari ve Sevgili Subhankari Hoşgeldiniz :)

Bu yazın en sıcak en boğucu günü bu kadar mı güzelleşir, parlar ve içimi çoşku doldurur... :)
Sabah harika müjdelerle başladım güne, teşekkürler Sevgili Indrani :)
Ashram'dan yeni haberler var, yeni güzellikler var ...

Artık İrem, Burcu, Selen yok...
Indrani, Brajeshwari ve Subhankari var...

Indrani Devi Dasi / göklerin hakimi Lord Indra'nın eşi, kraliçesi, cennetin tanrıçası,

Brajeshwari Devi Dasi / Lord Shiva'ya adanan Himalaya'ların eteklerindeki tapınağın ve Sri Krsna'nın kutsal toprakları Vrindavan'ın tanrıçası,

Subhankari Devi Dasi / mutluluk getiren, uğur veren ...


Hepiniz hoşgeldiniz,
HK
yhs, Nilambara dd

25 Temmuz 2007 Çarşamba

Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? II

Sevgili Tofucanlar,
Kısa bir zaman içinde oluşan dostluğuma değer verip beni de aranıza aldığınız için sizlere çok tesekkür ediyorum.



Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? II

Mezbahayı, göl ile denizi birleştiren derenin kenarına kurmuşlardı. Kamyonlarla getirilen sığırlar, koyunlar burada kesilip yüzülür; önce kasabanın, daha sonra da İstanbul’un kasaplarına dağıtılırdı. Döneri ile ünlü “Beyti” bu mezbahanın sayesinde, bu kasbada doğmuştu.

Gündüzleri celeplerle kasaplar, sular ve kanlar içindeki mezbahada yüksek sesle pazarlıklar yaparlar, şakalaşırlar; güneş battıktan sonra ise dere kenarını bir sessizlik bürürdü. Artık celep ve kasapların seslerini mezbahanın biraz ilerisine kurulmuş pavyonlardan anoson kokularına karışmış olarak duyardınız.

Bu mezbaha artıkları yüzünden dere kefal kaynardı. Kefal balıkları civa gibidirler. Ağızları küçük olduğu için yiyecekleri emerek yerler. Olta ile yakalanmaları oldukca zor olan kefalleri avlamak için bir çok teknik geliştirmiştik. Bunların en eğlencelisi ilkbaharda solungaçlarına kar suyu kaçan kefalleri yakalamaktır. Sersemleşen bu balıklar sığ sulara çekilip uyurlar. Bunu gören biz çocuklar hemen donlarımızı çıkarıp suya girer, olağan koşullarda ağ ile yakalamanın bile zor olduğu bu kefalleri bir kenara sıkıştırıp yakalardık.

Güneş batıpta hava kararınca, sığ sularda da yüzebilecek hafif bir tekneye ağları yüklerdik. Teknenin bir kenarına içinde yağlı üstibilerin olduğu tahta bir sopaya çakılmış bir konserve kutusunu takardık, buna “malaktar” denirdi. Sinou ile ben avucumuzun içi gibi bildigimiz derede kefallerin oldukları yerleri ağ ile çevirirdik. Birimiz kürekleri çekerken birimiz ağları atardık. Balıklar ağları görup üzerlerinden atlamasınlar diye yalazalı bir ışık saçan malaktarın üzerine biraz gazyağı döküp yakar, alevlerin değipte yaktıkları sivrisineklerin cızırtıları arasında bir ipe bağlı beyaz mermer voli taşını elimize alır, var gücümüz ile suda patlatırdık. Malaktarın ışığı, kefaller gibi bizim de etrafımızı olduğu gibi görmemizi engeller, nesnelerin çizgileri erir, Caravaggio’nun resimleri gibi sadece içinde olduğumuz dunyanın bir parçasını bir anlığına aydınlatır, daha gördüğümüz renklerin, biçimlerin tadına varamadan başka renklere başka konulara geçerdik. Karanlığın içinde gerçeklerin düşlerimizle karıştığı bir dünya oluşurdu. Suyun üstünde sıçrayan karideslerin şıpırtıları da bittikten sonra etrafı bir sessizlik bürür, biz ağları ağır ağır toplamaya başlar, ağa vuran kefalleri ayıklayıp livara atardık. Küreklerden damlayan su damlalarının ahengini, livarda sıçrayan balıkların gürültüsü parçalardı.

Fatih Mika

YOLCULUK


TÜM ARKADAŞLARIMA SEVGİMLE

Yaşamak diyordu bir yazı bilinmeye akmak.. tamda benim yaşamak nedir diye sorduğum bir tarihde

ve Metin ALTINOK 'un dediği gibi

Ama gitmektir benim
Yenilmezliğim dünyada.
Ve ben durmaz giderim
Bu can tende oldukca


Aslında bilinmeyene akmak içimizde bir yerlerde unutduğumuzu aramak üzere çıkılan bir yolbirde bulmanız gerekeni ararken geçmeniz gereken yollar var size yol gösteren, çoğu içsel aşamalar bir de paralel giden fiziksel aşamalar; bunlar uzun kilometreler kültürler, bazen maceralar bazen okumalar,anlamasak da anlamak için kafa patlattığımız anlar, bazen hiç unmadığınız anda aldığınız bir kitabın da size hadi giyoruz diyen bir mesajı.. İşte bunlar apansız algılarınız da uyananlar.. 3 Yıl sonra tekrar hadi gidiyoruz diyorum kendi kendime bütün dünyasal planlarımı, bütün sevdiklerimi buralarda bırakarak bütün söylenenlere aldırmaksızın hiç tanımadığım yüzleri de yanıma alarak, yanımdakilerin hepsinin ben olduğunu bilerek hiç önyargısız ve sevgimle çıkıyorum işte yola ama bu sefer güzel insan Zafer BOZKAYA var ben onu dünyasal rehberim olarak seçtim ve daha çok coğrafyalarda onunla olmak dileğim..

Bu seferki uzun bir yol Batı Hindistanı Kuzeyinden Güneyine doğru geçmek( JAYPUR dan GOA ya) daha önceki gidişim de Doğu Bengali dedikleri bölgenin bir kısmıydı Hiç bir şey bilmiyordum.. bilmekte istemiyordum ki bilinmeyeni yaşayabileyim. Şimdi de öyle Ama biliyorum ki Hindistan çok şey öğretecek yine. Orası sipiritual bir okul. Geçmişede bakarsak zaten bütün bilinen Bilgeler de bu ülkeye gelmişler. Bu sefer beni bekleyen musonlar heyecanlandırıyor ilk defa iliklerime kadar yıkanmak olacak deneyimlerim den biri. Hepiniz seyretmissinizdir Muson Düğünü Filmini seyretmedi iseniz hemen seyredin derim .
Hindistanın görsel felsefesi bir tarafa birde ruhani felsefeleri çok eğitiyor insanı bir ŞİVA yada VİŞHNU Dietisi görsel olarak muhteşem ama bu muhteşem görselliğin ruhani anlamını da öğrendiğiniz de aşkın boyutlara ait açılımları yaşatıyor bu ülke insana Bazen kara bir taşda( LİNGAM) algılamaya çalışıyorsunuz yaradılışı, bazen Kirtan dinlemeye gelen bir yılandan öğreniyosunuz ibadeti ve korktuğunuz bir varlıkla aynı titreşimde olduğunuzu ve onun bilgeliğine bakarak anlıyorsunuz yaşamın kutsallığını ..


İşte.... Kültürleri , renkleri , yağmurları , çamurları , tapınakları ve bu tapınaklarda aynı tanrıya yapılan birbirin den güzel sunumlarıyla, bütünleştiğiniz, Korkularınızı unuttuğunuz bile unuttuğunuz , karanlık gecelerinde hiç bitmeyen sokak sesleriy le bir yarımı orada bıraktığım o diyara tekrar gidiyorum döndüğümde ordaki yarımı alıp burdaki yarımı orada bırakarak ve sabahın 4 ünde dünyanın hiç bir yerinde duyamayacağım bir şarkıyı bir kadının hiç bıkmadan her sabah tanrısına söylediği o güzel şarkıyı tekrar dinlemeye gidiyorum.


EVET NAVANALİNİ KRİŞHNA NIN ÜLKESİNE GİDİYOR....
Navanalini

Ashram'dan müjdeler var :)

Çok heyecanlıyım, en az İrem ve Burcu kadar heyecanlıyım :)


Az önce İrem'le messengerda konuştuk... 1 saat kadar önce ashrama gelmiş, Bhakti Lalita Didi ve Mahananda Prabhu ile tanışmış, sohbet etmişler ve bir saate kadar da Guruji'nin yanında olacak :)


Sanki orada onunla birlikteymişim gibi heyecanlı ve coşkuluyum, ruhum gerçekten orada onunla birlikte şuanda...


Ve yarın büyük gün... Yarın tüm kalbimle İrem'in yanındayım ve harinam inisiasyon sonrasını sabırsızlıkla merakla bekliyorum... :)

20 Temmuz 2007 Cuma

Boğaziçinde


boğaziçinde sekiz suyun akıntısı olduğu yalan
bütün bunlar bu şehre dönmek için bahane
ben de vazgeçemiyorum senden ve şehrinden
gidip gidip dönüşüm bundan

bunu sen elbette bilmiyorsun

kaldır başını bak gökyüzüne göreceksin
leylekler dönmekte şehrinin üzerinde
bir an sıcak ülkelere gitmekten vazgeçme duygusu

tadına varmak için nasıl yaşamak gerekiyorsa bu şehirde
hep kalabilmek için de ölmek gerekiyor

fatih mika

19 Temmuz 2007 Perşembe

BEN DE GİDİYORUM…


İşte ben de gidiyorum… Ama çok sevinmeyin, elbette sadece bir süreliğine… Hepsi hepsi on beş gün…

Cumartesi sabahı yola çıkıyoruz… San Francisco’ya doğru… Daha uzak bir yer bulabilir miydim diye düşünüyorum… Cevap: Evet bulabilirdim aslında… :)

Neyse ilk beş günü iş… Sonraki on gün ise gezi… Pasaport hazır, vize tamam, biletler ve San Francisco için kalacak yer de tamam… Ama sonrasını bilmiyorum… Disneyland’e de gitmek istiyorum… Bakalım yol nereye götürecek…

On beş gün sonra görüşmek üzere hoşçakalın…

18 Temmuz 2007 Çarşamba

türk kadını istirham ediyorum.....



inşallah
istirham kelimesini
doğru kullanmışımdır
yazı
yakın çevremle alakalı değil
sokaklarla alakalı


konuya
direkt giriyorum
puantiyeli ayakkabı
modası
geçti
giymeyin artık
hepinizin ayağında puantiyeli ayakkabı
özellikle kırmızı - beyaz olanları
sıkılmanın - kırılma noktası
diye bir yer olmalı
ve tamam artık
giymiyorum
puantiyeli ayakkabılarımı
demeniz gerek
görmekten sıkıldım


tayt
giymekte ısrarlı olanlar
hırs kötüdür
top modellere bile yakışmayan
bir kıyafeti giymekteki
bu ısrar neden
hiçmi aynayı elinize alıp
şöyle arkadan kendinize
bir bakmıyorsunuz
beyaz tayt giyen arkadaşlar
yapmayın
gerçekten
kendinize bunu yapmayın


ve
saçlarını ayşe arman
modeli kestiren hanımlar
bugünlerin
en modası bu sanırım
yahu
iddialı bir model
marjinallik
sırf saçla olacak iş değil
bakım isteyen bir model
kırpık kırpık
nasıl bir görüntünüz
olduğunu
hele
bir sorun yakın çevrenize

şöyle
bir derin nefes alın
oksijen girsin bedeninize
ve
ben kendim
gerçekten
neleri seviyorum diye
sorun
taklit etmeyin

om shanti shanti shanti




program cok yogun. ve harika geciyor. ne kadar hazirmisim buna. herkes teker teker hasta oldu, bazilari kusmakla basladi, bazilari karin agrilardan kalkamadilar, bazilari tuvaletten cikamadilar... nefes egsersizlerde icimde bir bunalim oluyordu ki vucudumdan cikayim de kurtulayim gibi hislere kapiliyordum ama bir sembol onume koyunca sakinlesiyordum. ilk haftam guzel gecti ve cok sey ogrenmis oldum. 2 tane oda arkadasim var ve biri bir italyan hanim ve fazla dert konusan biri. agresif de olabiliyor. baglanma huyu yuksekti ve kendime donup baktigimda onda kendimi gordum ve butun gun onun benim hayatimda ne alacagimi dusundum. uzun uzun oturup konusunca ikimizde rahatladik. 1 hafta da herkes cok degisti. gandharji- kurs koordinator'le konusuyorduk ve nefes meditasyon egsersizler ne kadar temizledigini konusttuk. bu temizligin faydalari ilk davranislarda gorulmesi kolay dedi. italyan oda arkadasimiz daha iyi simdi. surekli kendi lafini giriyor ama daha az :) bendeki degisiklikler enteresan. asanalarda daha rahatim ve icimdeki konusmalar daha az. ruyalarim cok heyecan dolu. gandhar'a ruyami anlattim, yilan gordum dedim ve bir kac gecedir yilan goruyorum. "spriritual initiation" bu dedi. haaarika dedim. haziriiiiim dedim.

*
yagmur'a gelince deli gibi. nasil anlatayim surekli yagmur yagabilir mi? evet yagabilir. her 10 dakikada bir deli gibi yagmur yagiyor. sivri sinekler azaliyor. ayaklarimda kirmizi kirmizi noktalar var ama kasiyacak zaman bile yok! bu hafta asana sinavimiz var, gelecek hafta ders nasil verilir egitimi var sonra da daha zor asanalara gececegiz. dun anatomi sinavimiz vardi. sure namaskar sonunda 108 tur yapacagiz... evet yapacagim ama 30 dan sonra zaten hareket yaptigini da fark etmiyorsun galiba. baska bir yerde oluyorum...
*
yoga nidra'da 30 dakikalik meditasyon'da 3 saatlik uyku uyumussun gibi oluyor ki bu gercekten oldu bana. derste uykudan bitiyordum saat 0500 te kalk filan zorlanmistim. yoga nidra'dan sonra bomba gibiydim.
*
burda amerikali cok ve amerikali gibi degiller. ben sansliyim bu konularda galiba. amerikali arkadaslarim hep alternative oluyorlar. portegizli cift var ve izole etmis durumdalar. ingilizler var. bir amerikali kiz acayip sevdim onu, 2 senedir dunya baris turunda. turkiye'ye de geliyor. ne hos degil mi? ne hikayeler var. ama herkes bir paylasim modta.

*
ozledim herkesi. aksamlari yattigimda dusunme sansim oluyor. ashram arkasindaki daga ciktik bir oglen vakti, onumden bir yilan gecti, yagmur felaket yagmaya basladi ve yurumeye devam ettik. muhtesem bir duyguydu. gandhar duyunca "erkek cocugun olacak" dedi. gulmeye basladim. tamam dedim bundan sonra herseyi gandhar'a soracagim.

*
her carsamba gunu tatil gunumuz. bir kac arkadasla kahve ictik. dili bilmek cok avantajli. sok oluyorlar burda. ama soklari da baya az, yani yuz ifade `ha hindi biliyormus' seklinde ve hemen devam ediyorlar. bana fazla soru gelmiyor. hemen bunu kabul ediyorlar. hindistan pakistan'dan cok degisik. rahatlar. burda sanki herkesin bogaz chakrasi acik, hersey dogru zamanda oluyor ve bunu herkes inaniyor. benim ogrenecegim cok sey var daha.

*
optum herkesiii. cok cok.
om shanti shanti shanti

17 Temmuz 2007 Salı

Hala Tombouktou Gölü’nde miyim?


Babamla oturup serpme ağı için kurşun döktüğümüz günü anımsadım. Hurda kurşunları paslı bir teneke kutuya doldurup ateşin üzerine koymuştuk. Ben, teneke kutunun içinde ağır ağır eriyen kurşunları, Tombouktou gölünün suları da durmuş bizi seyrediyorlardı. Ateşin diğer yanınada ısınsınlar diye kurşunların biçimleri oyulmuş tuğlaları koyduk. Ateş köz olmuştu. Ben gözlerimi babamın ellerinden hiç ayıramıyordum. Babam, tıpkı katakulama ağacından tekne oyar gibi her hareketini ağır ağır ve bilgelikle yapıyordu. Sıcak tuğlaları bir kanca ile ateşin üzerinden aldı, sabun sürdüğü deliklere kepçeyle yavaş yavaş kurşunu doldurdu. Sonra tuğlayı ters çevirip kurşunları kırmızı toprağın üzerine attı. Dua eder gibi saatlerce tane tane kurşun döktük. Sakin bir yaz akşamüstüydü.

Babam gidip ağaca asılı olan ağı aldı. “Bu ağı, bu mekik ile, ilmek ilmek annen ve kız kardeşin ördüler. Saçları erkekler gibi dökülmeyen kadınlar, saçlarını toplu tutabilmek için düğümü icat ettiler. Düğüm atan kadın erkeği korkuttu.” dedi ve ekledi “Sen kadınlardan korkma.”

(“Bende olanı bende olmayanla değiştirmek istiyorum.” Hun hükümdarı Mete’nin M.Ö. 192’de Çin imparatoriçesine yazdıgı mektuptan.)

Oniki kilo kurşunu dizdiğimiz bu beyaz serpme ağı ile sarı kamışların arasında ki mavi sularda iri pullu, kırmızı yüzgeçli, ördek ağızlı, ağır kokulu yeşil balıklar avladım. Suyun altında ki dünya üzerine hayaller kurar, nasıl uçurtmamla bulutların, martıların arasına karışırsam; serpme ağımla suların dibine çöker, yeşil yosunların, iri pullu balıkların arasına girerdim. Şefaf karidesler sıçrayarak benden uzaklaşırlar, kayabalıkları saklandıkları oyuklardan ne oluyor diye bakarlar, sazanlar ayaklarımın kaldırdığı kumların arasındaki böceklere saldırırlarken turnalar da onları avlarlardı. Ben serpme ağımı bu karmaşanın üzerine atar, jilet dişli ördek ağızlı turna balıklarını avlar, kendi ekmeğimi denizden çıkardığıma inanırdım. Bu bana, kimseye muhtaç olmadan yaşayabileceğim hissini verirdi.

Bahçelerimizde ki ağaçları biz budardık. Doğada ki ağaçlar yükünü taşıyamadıkları dallarından besinleri geri çekip o dalların kurumasını sağlarlar. Rüzgarlarda yere düşen bu kuru dalları toplar büyük bir ateş yakardım. Ateşin köz olmasını beklemeden ve turna balıklarını temizlemeden bu ateşin üzerine atar, yanan dallarla örter, böğertlen toplamaya giderdim. Ayaklarımın dibinde kırmızı göğüslü nar bülbülleri uçuşur, bir kurbağanın suya atladığını duyar, ezdiğim kekiklerin kokuları burnuma gelirdi. Sonra dönüp sönmeye yüz tutmuş ateşin içinden kapkara olmuş turna balığını alırdım. Yanmış pullu derisini kaldırdığımda lezzetsiz ama bembeyaz bir et ortaya çıkardı. “Ama bu Sakarya balıklarının etinin lezettinden ziyade, isimleri hoşuma giderdi. Oklama, Cılbık, Hosgün… Sakarya balıkları isimleriyle beraber yendiği için lezetlidir.(Sait Faik –Sakarya Balıkçısı)”

Balığımı yedikten sonra güneş Firüzköy’ün arkalarına çekilmiş olur, bu saatte gölün kenarında ki akağacın gölgesi de gölün suyuna düşerdi. Ben tekneyi tam bu gölgeye denk gelecek şekilde demirler, oniki yaşımda keşfettiğim Panait İstrati’nin kitaplarını okurdum.

Fatih Mika 4 Temmuz 2007 Roma

Litvanya’dan bir ses...


Elina Garanca...

Henüz 20li yaşlarının sonlarında ve “milyonda bir rastlanan bir ses” olarak nitelendirilen, dünya çapında bir mezzo-soprano...
Almanya’da “Phono Akademie, 2007 Yılın Sesi” ödülü...
ve bir film yıldızı kadar güzel, alımlı...


Bu yıl 6. Mersin Uluslararası Müzik Festivali Elina Garanca’nın muhteşem sesi ile açıldı ve İngiliz Şef Karel Mark Chichon yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşlik etti...


Bu muhteşem sesi mutlaka dinlemelisiniz, mutlaka arşivinizde yer vermelisiniz...
Daha fazla bilgi edinmek isterseniz: http://elinagaranca.com/

*

Pazartesi gününe kadar yokum, ne yazık ki henüz tatil müjdesi veremiyorum Burcu’cuğum, gene iş seyahati...

Özellikle “yeşil gece”de olamayacağım için de çok üzgünüm, hepinize bol keyifli bol yeşilli bir akşam diliyorum :)

Pazartesi görüşmek üzere, sevgiler...

CAN'LARIMA ......


Nasil duygulandirdiniz beni bir bilseniz, editorumuzun yazdigi ayri guzel hepinizin sevgi dolu yazdigi tebrik yorumlari ayri.......... nasil tesekkur edecegimi bilemiyorum..........

*

Hepinizi cok seviyorum dun cok yogun bir gunumdu ve yorum kismina yazdigim yazi yine nedendir bilmiyorum silinmis... bende simdi rotarla yaziyorum ve is yerinde oldugum icin yazi karakterleri turkçe degil ama idare edin artik her zaman ettiginiz gibi ..... aglattiniz beni cok duygulandirdiniz....

*

Beni tekrar yaratarak sizlerle bulusmami sagladigi icin Yaradanima sukurler olsun ...


Dun Reiki ogrencim Mevlana'nin guzel sozlerinden yollamis ve bende bunu Can'larimla paylasmak istedim ve onlara armagan etmek istedim.....

*



MEVLANA ne guzel ozetlemiş:


Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli... Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı... Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı... Dost dediğin; fanatik olmalı; Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli. Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli, Ve ağladığında, seninle ağlamalı... Ama hepsinden daha çok; Dost MATEMATİKSEL olmali; Sevinci çarpmalı... Üzüntüyü bölmeli... Geçmişi çıkarmalı... Yarını toplamalı... Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı... Ve her zaman bütün, parçalardan daha büyük olmalı... İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...Mevlana

13 Temmuz 2007 Cuma

Brajabanita'nın günü....

İlk tanıştığımızda "ne kadar siyah ve derin gözleri var" demiştim.. Sonraları o gözlerin çok ta güzel baktığını gördüm.. Yüreği güzel, dostluğu güzel sevgili Brajabanita'nin bugün doğum günü..
*
Hepimiz, onun hayatımızdaki anlamını ifade etsek, bitiremeyiz.. (yorumlarınızda anlatın bir zahmet, şımartalım onu) Biliyorum ki o yine çok mutevazi olacak.. Beraber ögreniyoruz, beraber büyüyoruz diyecek ama inkar edilemez birşey var ki onu çok seviyoruz.. Kocaman böyle..
*
Brajabanita, Hayatının bundan sonrası kalbinin güzelliği gibi geçsin dileriz. İyi ki varsın ve iyi ki doğdun!
*
"yeşiller yemişleri yemişler" partisinde bu kutlamanın devamını getireceğiz.. Sonra geriye kalıyor 40 gün -39 gece....
*
Seviyoruz seni...
TOFUGRUP CANLARI
*
--------------
Marti Maynard , sen sen olma hürriyetine sahipsin bunu da su andan itibaren kimse engelleyemez. Yüce marti yasasi budur.
*
- Ucabilecegimi mi söylüyorsun ?
- Hürsün diyorum.
*
Marti kirk maynard, kanatlarini cabucak acti gecenin karanliginda süzülerek kayboldu. Sürü onun 185 mt. yükseklikte bagirdigi sese uyandi..
*
"Ucabiliyorum! bana bakin ! ucabiliyorum !"gün batisinda ögrencilerin olusturdugu topluluk merak ve heyecanla gözlerini maynard'a dikmisti. Görünüp görünmedikleri önemli degildi artik, hepsi jonathan'in söylediklerini anlamaya calisiyorlardi Jonathan basit ama önemli söz söylüyordu. Ucmak her martinin dogal hakkidir. Özgürlük varolmanin özüdür. boş inançlari gelenekleri, özgürlügü kisitlayan ne varsa kaldirip atmalisiniz.
Richard Bach

DADILAR, CADILAR VE OTESI….


Federico, dunyaya gelmeye ve bizi anne baba olarak secmeye karar verdiginde, yasamimizdaki onemli degisikliklerden biri de, “yardimci” olarak tanimladigimiz kisilerin “dadi” ya donusmesi oldu. Ilk aylar, Ben Bozkir’li koylulerden ogrendigim gibi, onu gogsumun ustunde dugumlenmis koca bir salin icine heryere tasiyor, ustumden hic premaman hirkami cikartmiyor, hic kimselerin eline sevsinler diye bile vermiyordum. O yuzden Polonyali dadimiz Marta, butun gun evde ne yapacagini bilemeden gezinip duruyordu.
*
O gunlerde gene Federico kucagimda bagli misil misil uyurken, Antonio’nun orkestra sefi arkadaslarina Pazar ogle yemegine gitmis, 5 aylik, ismini dunyanin en unlu bestecilerinden birinden almis ogullari ciglik cigliga odasindan bagirirken, hicbirsey olmamis gibi yemek servisine devam eden anne-babaya icimden hayretler ederken, bir de ustune ustluk “modern cocuk terbiyesi” dersi almis, bir daha da sevginin insani simartacagini dusunen bu insanlarla cok da mecbur kalmadikca gorusmemeyi basarmistim. (sevgisiz cocuk terbiyesi demek daha dogru olurdu bana gore..)
*
Marta, kisa bir sure sonra bir Polonyali ile evlenip, bize kiz kardesi Dorotha’yi birakip gidiyor, guleryuzlu, akilli, bir cocuklu, ilk kocasi alkolik Dorotha’da bir sure sonra onu seven bir yurekle karsilasip, hamile kaliyor ve bize Romanyali arkadasi Anna’yi tavsiye ediyordu. Soguk bir kadindi Anna. Daha eve girer girmez, telefonlari calmaya basliyor, hep gozu saatte calisiyor, guzel is yapamiyor, guzel mama hazirlamiyor ve bence turkce biliyor ama bana soylemiyordu. Ona pek guvenemedigim ve o yil Roma cok soguk bir kis surdugu icin, bir de sofor tutuyorduk sabahlari okula gitmeleri icin ve evimize kimin saat kacta geldigi, kimin saat kacta gittigi belli olmuyordu. Romanyadaki oglu ansizin hastalaninca birden bire gidiyor, arkasinda benim icin yaptigi cok guzel ortuler, ve ondan hic beklemedigim kadar duygusal bir mektup birakiyordu. Bana cok iyi davrandiniz diyordu mektupta..Beni unutmayin diye ekliyordu..
*
Anna’nin aniden biraktigi bu bosluk, muhendislik ogrencisi Valentina ile alelacele doluyor, o hemen mezun olup, hemen is bulunca, bize erkek kardesi Nicola’yi getiriyordu. Nicola her sabah gec kaliyor, gelir gelmez Federico ile cizgi filmlerin karsisina gecip ayni anda sut iciyorlardi. Nicola ile beraber hayatimiza “Charles in charge” benzeri bir yenilik geliyor, Nicola hayatimizda hep sevgili bir koca bebek olarak kaliyor, muhendislik diplomasi aldigi gun, aile fertleri bu torene onlardan daha ozenli hazirlanmis bir yabanci kadinin neden bu kadar agladigina anlam veremiyorlardi.
*
Sonra cok iddiali bir dadi sirketinden Venezzuella’li avukat Elda, geliyordu evimize. Geliyor ve neredeyse o is veren biz de onun calisani haline geliyorduk. Evdeki takvimlerin uzerine kendi ile ilgili tarihleri yaziyor, evdeki mobilyalarin yerini kendi kafasina gore degistiriyor, telefonu kendi mali gibi kullaniyor ve dudaklarini cok fazla boyuyordu. Birgun Federico, Elda uyurken benim canim sikiliyor diyor, bunu ona sordugumda, “ben saat 09 30’da bir fincan kahve icerim, 1 saat uyurum” diyince, tepemin tasi hic atmadigi kadar, nihayet atiyor ve “ORA BASTA SIGNORA ELDA !” diyordum (artik yeter! ) Bu oyle bir ORA BASTA idi ki, karsisinda durmaya 130 kiloluk Elda’nin bile gucu yetmiyordu.
*
Son dadimiz, yeni evli Doina’ya cocuk yapmaya niyetin varsa, hic burada ise baslama diyordum. Asla oyle bir niyetimiz yok diyor ve 1 ay sonra hamileyim mujdesini veriyordu. 7 ay sonra, artik gelme istersen diyorduk ve nokta, satir basi olarak yine dadisiz buluyorduk kendimizi.
*
Birden kendimi cok yorulmus hissediyordum. O siralar benim sevdigim bloglardan birinde Nilambara “evimi ozledim” diye yaziyor ve bu yazi benim de yuregimi delip geciyordu. Evime bakiyordum. Herkes birseyler degistirmis, herkes birseyler kirmis dokmus, herkes kendince iyi niyetle sahiplenmis ama bana yabancilasmis evime.. Hicbirseyi iyice aramadan bulamadigim, baslangic noktasindan cok uzaklara gitmis evime..
*
Simdilerde ne dadi, ne tata ne de yardimci istiyorum bu evde. Biraz zor olacak herseye yetismek belki ama evimi ozledim ben de. Darbeler yasamis bir yorgun demokrasi, benim cumhuriyetim, kapisini kapattigimizda sadece ama sadece biz olabildigimiz tek yer.. Evimi bulmak, hatirlamak, yenilenmek, yenilemek istiyorum. Megerse ne cok yorulmusuz, daha az yorulalim derken.. Megerse tukettigimiz deterjanin yarisindan daha azina da temizlenebilirmis bu ev. Megerse cok icli disli takimim varmis da, yanlis yikanip,icleri ayri renk dislari ayri renge donustugunden hic yok saniyormusum ben. Megerse kayip sandigim coraplarim, Federico’nun cekmecesindeymis ve cam guvecin kapagi kirilmamis megerse...
*
MEHTAP

11 Temmuz 2007 Çarşamba

bir film izledim...

Hayatım nihayet normal akışına dönmeye başladı... Tüm yoğunluk ve yorgunluğun ardından alınan olumlu değerlendirmeler ile yorgunluk unutuldu ve tatlı bir huzur, rahatlık aldı yerini...

Ve dün gece bir film izledim, ilginçti, düşündürücü idi... tavsiye edilebilir bir film di...

temposu biraz düşük ancak akıcı, çekimler hoş ve farklı, pek de aşina olmadığımız bir kültürün izleri ile... ve ilginçtir, filmi veren arkadaşımın (tiyatro sanatçısı) “başrol oyuncuları film boyunca hiç konuşmuyor ve farketmiyorsun, bu nasıl bir oyunculuktur! Sadece mimikler ve beden dili ile bu kadar mı başarılı konuşulur...” sözünü ancak filmin sonunda hatırladım ve farkettim ki gerçekten de hiç konuşmadılar ama çok şey anlattılar...

Film, Kore’li Kim Ki-Duk’un 2004 yapımı 11. filmi... Oyuncuların adını sormayın, bilemem, hepsi Kore’li, film Kore dilinde, neyse ki alt yazılı...

İngilizce ismi “3-Iron”, "Boş Ev" ismiyle Türkçeleştirilmiş, orjinal ismini söyleyemem, okunuşunu bilmiyorum, çizmem lazım :)

Filmin en vurucu sahnelerini saymayım, belki izlersiniz belki de çoktan izlediniz... Beni en çok vuran iki söz, biri dvd’nin kapağından;

“We are all empty houses, waiting for someone to open the lock and set us free”

Ve diğer söz, sanki daha da vurucu...

“It’s hard to tell that the world we live in is either a reality or a dream.”

Hangisi gerçek, hangisi vizyon? Düşündürücü, etkileyici...
*
Yarın İstanbul’dayım, akşam boğazın kokusunu içime çekerken, Dibya Prema ve Umut’u izleyeceğim, eminim harika bir film lezzetinde olacak ve ertesi gün biraz İstanbul özlemimi giderip, keyifle Ankara’ya döneceğim...

Görüşmek üzere, hepinize şimdiden iyi haftasonları, sevgiler...

Not: Berrin’ciğim affet, buarada o bahsettiğim Litvanya’lı sanatçı ile ilgili bilgileri aktarmayı unuttuğumu farkettim, o da dönüşte ayrı bir yazı olsun :)

DUGUNUMUZ VAR !!!


Epey bir araliktan sonra nihayet yine yaziyorum.......Sevgili editorumuz hiç olmazsa bir yere giderken haberimiz olsun demisti ve evet haber veriyorum 4 gunlugune "Ankara" disinda olacagiz....Istanbul'da hatta tofu grubunda iki kisiyide yanimiza alarak gidiyoruz...
canim kuzenim Dibya Prema evleniyor ve sadece o evlenmiyor....onunla beraber Umut`da....Hep bir tarafi tutarsin ya evlenirken insanlar, bir tarafin insani gibi görürsün kendini ya.... iste bu sefer ki dügün hiçte öyle degil... Umut'tu da kuzenimden hiç ayirt etmiyorum o Dibya Prema'nin hayatina girdigi andan itibaren ailenin bir parçasi olmustu zaten....

Iki guzel insan evleniyor iki guzel ruh ... Onlarin mutlulugunu paylasmaya gidiyoruz.....
Omur boyu mutluluklar dilemeye .....


Beraberlikleriyle onlara daha cok guzel sevgi ve huzur dolu kapilarin acilacagini biliyorum.....ve Yaradandan onlar icin essiz bir omur talep ediyorum, sevgi ve huzur dolu....

Sevgili Tofucular, ben editorumuz ve diger tofucanlar gibi kalemi elime alip sizler gibi devamli yazamiyorum, bunun icin bagislanmayi diliyorum benim icimden cok gelmesi gerekiyor..... herkesin bir tarzi var ve anlayisiniza, hosgorunuze simdiden tesekkur ediyorum. Hepinizin yazilarini vaktim oldukca çok büyük zevkle okuyorum...ve sizleri cok seviyorum...

Hepinize kucak dolusu sevgiler

Brajabanita
Özgür Marti

9 Temmuz 2007 Pazartesi

Tatil Planları

Sevgili Tofucanlar


Yaz sezonuyla beraber çoğumuz seçimleri de beklese, tatil planlarımız belli oldu. Tatile çıkmadan önce tofuya "tatile gidiyorum ve bu tatil bana iyi gelecek, yenilenip döneceğim." diye yazı yazmayı unutmayın.. İsterseniz bavula konulacak listenizi paylaşın. Yeter ki haber verin.. Döndüğünüzde de bizimle yenilenen enerjinizi paylaşmanızı umuyorum..


Hepinize sevgiler, güneşli ama serin günler...


6 Temmuz 2007 Cuma

O Gün Yaklaşıyor..


Evet eveet yaklasiyor o gun. Ucusum tam Merkur gerileme biterken yaptigim bir ucus. Rotar filan olmayacak. Istanbul Ataturk’te HSBC lounge’ta kahvemi ve kurabiyemi yiyecegim ve cici cici ucagi binip Mumbai’ye gidecegim. Yemegim Asian vegetarian olacak, izleyecegim filmler az olacak, uykumu alacagim. Sabah’in 0400 unde varacakmisim ve o saatte uyanik olmamda fayda var. Konustugum Hintli sevimli bir adam, “aa yess madddam lookk for sign, i will be therre”. Hani hintlilerin konusma tarzlari oluyor ya... surekli ziplayan bir ses ve kelimeler hopluyor.

Bu icimdeki heyecan pek oteki seyahatlarima benzemiyor. Belki ilk Amerika’ya gidişime benzeyebilir. Cok istedigim birsey gerceklesiyor olmasi ve “zaman cok cabuk gecti! Sanki daha gecen gun konusuyorduk” gibi bir durum yasaniyor. Yeni Zelanda’ya da gittigim zaman deli heyecan vardi ama yine ayni degil. Değisim surekli olan bir olay ama Hindistan ve yoga egitimi değişimi ciddi boyutta gorecegim bir olay gibi geliyor. Gecen gun Seyhan bana “abartma duygularini, beklentilerini yukseltmissin gibi geliyor” dedi. Hatirlatiyorum kendime “izle irem izle”.

Gecen haftadir ihmal ettigim tango dansa bir kac kez gidip izledim kendimi. Ne kadar fark ediyor gitmeyince. Cok guldum hareketleri yapamayinca. Bu kadar cabuk unutulmaz ya dedim. 6 haftada unutmayacagim. Söz verdim kendime. Sebastian Arce and Marian Montes videolarini izleyip o sekilde dans edecegim bir gun diyorum. Buenos Aires benim bundan sonraki buyuk yolculuk. Ordayken de Machu Picchu filan diyorum. Bakalim. Bu yolculuk baslamadan baska bir yolculugu duşlemek komik. Crystal gulmustu “aferin sana irem bir tanesi baslamadan once otekini planlayanlardansin, Scott’la ikimiz de oyleyiz, aramiza hosgeldin” demişti.

Yoga Vidya Dham Office - College road, opposite HPT college, Nasik -5
Contact no - +91 93 73 73 73 39 or +91 98500 49688

Adres bu arkadaslar. 6 hafta ozleyecegim herkesi valla. Haberiniz olsun dedim. Acil haber vermek gerekirse diye onlem almak istedim. Benim Pakistanli General arkadasim’a haber verdim, dunyada herseyden haberi olan arkadasim- “tamam sen simdi Hindu olup donmeyecegin degil mi” sordu, “yok ya, yoga yapacagim ve koy’de ne var ne yok sadece sana en hizli haber gelir, su su yerdeyim haberin olsun” dedim. Ozel korumam da var. Butun odemelerim zaten otomatik. Iskender Burcu’da. Listem de kafa bandi kaldi (sac aksesuar onemli biliyorsunuz yoga kursunda :P). Selen’de bamboo bitkim. Pasaport’ta vize. Neyse cikis parasi azalmis 15 YTL olmus, sevindirici haber.

Herkese sevgiler. Evet bol fotograf cekecegim merak etmeyin :)
irem

5 Temmuz 2007 Perşembe

satılık genç insanlar

Yaz mevsiminin neşesine yakışmayan, kasvetli kış için yazılmış bir kitap ''Darağacında üç fidan'' Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, kısacık hayatlarının son perdesini anlatıyor. Erken biten, idealist oyun.............. Okurken insan zihninde baskalıplar geçit yapıyor; insan hayatı bu kadar ucuz olmamalı, yazık bu gençlere.............. Basmakalıp prim alamıyor ama ya kalpteki açılan yaralar, Nihat Behram dizeleriyle tuz bastırıyor, açık yaralara.

*


Ya doğudan gelen genç ölümlerin haberleri. Oysaki başbakana inat tam da yan gelip yatma çağındayken, ölmek olur mu? Onların kalpleri aşk için çarpmalı, hain bir saldırıda ölür müyüm korkusuyla değil. Aciz bir varlığın, bir bireye dönüşmesi çok uzun bir serüven. Serüvenini tamamlamayı başaran ama insani vasıflar ipini göğüsleyemeyen niceleri varken , belkide hain mayının öldürdüğü en önde ipi göğüsleyecekti.

*

Genç nüfus fazlasının olması, onların kıymetlerini azaltır mı? Babalarının onları Amerika'da okutacak kadim dostları olsa, ölmek yerine gemi sahibi olabilirler belkide.(Tansu Çiller ve çocukları, Tayyip Erdoğan ve çocukları)Yan gelip yatmak, başbakan çocuklarına çok yakışıyor zaten, halkın çocukları askere gidip ölmeseler bile , o lükse sahip değiller.

*

Hangimizin vicdanı daha çok rahatsız olmalı? Biz sade vatandaşların mı, yoksa Amerika'da çocuk doğuran bir avuç sonradan görmenin mi, yoksa yoksa sahte tesettürzede çocuklarını orada yaşatan çobanın mı?


Beto

olgunlaşma sürecindeyim.....

hani bazı ailelerde
uçuk kaçık insanlar vardır
sanırım tofu ailesinin ki benim
deli demeyelim
şık birşey olsun
tofu ailesinin prensipli insanı benim
sanırım
yani

bu yazıyı yazmaya
dün akşam haberlerde
erbakanın
iki kişi kollarında
iki kişi bacaklarında
toplam dört kişi
konuşma yapması
için
seçim meydanına
taşınması görüntülerini
seyrederken
karar verdim

dilde kelimelerin bittiği
andı

şöyle döndüm ve kendi tarihime
bir baktım ki
bu ülkeyi
çokda yakışıklı insanlar
yönetmemiş(çirkin demiyorum dikkatinizi çekerim)
eşleride çok güzel kadınlar değilmiş
tamam
ruh güzelliğide önemlidir
(bu lafda uydurma gibi geliyor)
bu insanların ruhlarında
bir güzellik varsada
ya göstermeyi beceremediler
ya ben göremedim
isim isim saysam
kız haklı diyeceksiniz
biliyorum

bu kez oyumu kullanırken
aradığım kriter
yakışıklılık
artık
bu ülkenin bir tanede
yakışıklı başbakanı olsun istiyorum
yakışıklı başbakanın
karısıda güzel bir kadın olsun
hemde
şöyle doğal güzel...

oval ofiste
başkanın yanında
bizim başbakanı gördüğümde
evet bu işte
diyebilmek istiyorum
1-0 öndeyiz
hadi bakalım
diyebilmek istiyorum

duyuyorum
ama
o kirli birisi diyorsunuz
temiz olan hangisi
siz söyleyin
yaaa
bulamadınız
eğer
hepsi kirliyse
mantık
bari
yakışıklı olanını
seç diyor

2 Temmuz 2007 Pazartesi

Mehtap'tan

Mehtap, Tofu adresine Betül'ün kitap okumak ile ilgili yazısı üstüne bir mail atmış. Benim bu maili Belki Betül'e ulaştırmam gerekiyor ama ben Tofu'da değerlendirmeyi daha uygun gördüm .Umarım çok özel değildir mail.


Hepinize merhaba,


Aslinda Betul’un eskisi kadar kitap okuyamadigini anlatan yazisina bir cevap ama, aradan biraz zaman gectigi icin belki gozunden kacar diye dogrudan e-mailinize yaziyorum.


Hicbirimiz hicbirseyi eskisi kadar yapamiyoruz. Cunku yapabilecegimiz ve yapmayi istedigimiz cok sey var. Binlerce kitap basiliyor, cok dil biliyoruz, hepsini okumak, hepsini anlamak ve aklimizda tutmak arzusundayiz. Bir Dinazorun Anilari kitabinda Mina Urgan yaslilik yillarini eski kitaplarini yeniden okumaya ayirdigini soyluyordu. Ben de hem yeni cikanlari okumak, hem eskileri tekrar gozden gecirmek arzusu ile yaniyorum. Listeler uzadikca uzuyor ve ruhumu agirlastiriyor bazen.


Sen nasil bir cozum gelistirirsin bilmiyorum ama, ben STOP dedim, yaklasik 1 yil once. Bu artik hicbirsey yapmiyacagim anlaminda degil, bu artik ben hayatin pesinden kosmayacagim, o bana sunacak simdilik anlaminda. Cunku zaman yok. Cunku gunler cok hizli geciyor. Cunku isten Federico’nun okuluna, oradan yuzme havuzuna, sonra bir sergiye, sonra yemege filan kosarken mevsimlere vitrinlerden bakiyor oluyor insan.


Ben STOP dedim. Sabah binlerce yillik duvarlarin, su arklarinin arasindan gecerek isime gidiyorum, bazen durup, ne guzel bir sehirde yasiyorum da etrafima bakacak vaktim yok diyorum.


Cok sey var yapacak. Federico ile birlikte, onsuz, isle ilgili, evle ilgili. Televizyonda yuzlerce kanal, yepyeni filmler, yeni acilan sinemalar, internet, bloglar, alisveris merkezleri, spor salonlari, dogum gunleri, arkadas davetleri.. Yuzlerce binlerce yapilacak sey,


Yarin Albrecht Durer sergisine gidecegim. Cok sevdigim bir gravur sanatcisi arkadasim bana rehberlik edecek. İnternetten bir bakayim dedim, yuzlerce sayfa cikti dogal olarak, okunacak. Yapamam.. Gercekten yapamam.. Ben STOP dedim. O ne anlatirsa onu dinleyecegim ve yetinecegim.


Ben STOP dedim. Sarap tatma kursu almak istemiyorum. Sarabi cok sevsem de, sarap uretilen bir ulkede herkes secimini cok bilincli yapsa da, ben ogrenmeyecegim. Ben saraplarin tadini, onlari ictigim anlarla ilgili degerlendiriyorum. Calistigim hastaneye kabul edildigimde hocamla yemege gittik kutlamak icin. Bademin tadini hisset bu sarapta demisti. Gercekten badem ve seftali kokusu vardi ictigim sarapta. Aynisini tekrar icsem de ayni tadi alamam. O tad, o ozel gune ozeldi.


Yani Betul’cugum.. Bazen hani yuzerken yaptigimiz gibi, sirt ustu birakmak gerekiyor kendimizi. Biraz secmek, cok istedigimiz seyler arasinda en istedigimizi yapmak, zamanimizin hic de oyle cok olmadigini bilmek ve hirpalanmadan yetisebilmek gerekiyor. Eger bu aralar kitap okuyamiyorsan, bosver okuma.. kendini ilahi tembelligin kollarina birak biraz. Ne istiyorsa canin onu yap. Betul sana ne oldu diyenlere “metaforfoz” de. Gazete oku, ya da onu bile okuma. Kitaplara bakip, sucluluk duyma. Oradalar, orada duracaklar simdilik.


Belki de ruhun su aralar hicbirsey kesfetmek istemiyor da, kesfettiklerini yerlerine yerlestirmek istiyordur.. Kimbilir....
Sevgiler
mehtap

temizlik basliyo


Florida'daki kamp'a baslamadan once saclarimi kisacak kestirmistim. tamamen farkli bir doneme girmeye hazirlik demistim kendime.
dun oyle bir karar aldim. yeni bir doneme giriyorum, kutlayalim bunu dedim (ben, icim, egom, altbenliklerim, hep beraber bunu kutladik).
saclar kisaldi. kesilirken icim bunaldi. kuafor'den ciktim biraz agladim.
annem bunu dedi "kök sende, uzar" dedi.
kök bende. dogru.
kaybettigim bir sey yok burda.
yenilige buyumege uzamaya hazirim

1 Temmuz 2007 Pazar

keyifli bir hafta diliyorum hepinize... :)

Sizlere bir pazar sürprizi yapayım istedim :)


Bugün gene ofisteyim ve bu hafta, değil tofuya yazmak belki de okumak şansım bile olmayacak...


Aşağıdaki sözü Mina Urgan'ın bir ropörtajında okumuştum ve çok hoşuma gitmişti. O gün bugün başucu sözlerimden biri oldu başucu kitaplarım gibi... Bugünlerde de hep aklımda...

Herzaman yazı paylaşmak olmaz, bugün de bu sözü paylaşalım... Bu aralar ne kadar yoğun ve yorgun da olsam, keyfini çıkarıyorum, tadını çıkarıyorum, beni merak etmeyin keyfim yerinde demek istedim galiba sizlere :)


"Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta. Sahip olamadıklarımın ve olamayacaklarımın acısına ise ayıracak zamanım yok. Hayat çok kısa."


Sahip olamadıklarımızın peşinden koşarken hayatı ıskalamamak, hayatı kaçırmamak ve Sahip olduklarımızın daha çok farkına vararak, tadını çıkararak; "keşke" yerine daha çok "iyi ki" diyeceğimiz günlere doğru sevgilerimle...