31 Ocak 2007 Çarşamba

MUCiZELER...


Mucizeler sardı dörtbir yanımı,
Kah gülerek kah şaşırarak izledim hepsini...

Her yeni anda her yeni damlada
Hissettim deryanın sonsuzluğunu...

Küçük bir damlanın minik bir noktasıyken
Şaştım kaldım koca deryanın sonsuz derinliğine...

Minik bir noktadan sonsuz derinliğe büyüyen aşka
Sonsuz derinlikten minik bir noktaya akan coşkuya...

Ne minik nokta büyüdü ne sonsuz derya küçüldü.
Gerçek bir mucize değilmidir ki
Derya nokta oldu nokta derya oldu...
Ben mi O yum O mu ben şaştım kaldım...

Var mı bundan öte mucize
Var mı bundan evvel aşk
Var mı benden küçük sevdalı
Sonsuz sevdasının derinliğinde yitip giden...

05/07/2006

30 Ocak 2007 Salı

Uykum mu geldi


Gözlerim kapanıyor.. İçimde birşey havalıp duruyor.. Herşey mi yavaşladı yoksa sokakta insanlar mı koşuyor ne.. Ben mi kaldım tek başıma dünyada... İnsanların hepsi uyuyorda, bi ben mi ayaktayım.. Bu sokaktan gelen sesler niye sakinleşti böyle ninni gibi... Telefonları unuttu insanlar sanırım.. Araması gerekenler önce uykularını alıp, uyanınca çaldıracaklar zırıl zırıl benim numaramı tam da ben uykuda havalanıp uçarken.. Öğlen öğlen ben mi direniyorum uykuya.. Masamın arkasındaki yeşil koltukla flörtleşiyoruz uzaktan uzağa.. ”gellll biraz kestir huzurlu kollarımda” diyor, sonra ofisime getirdiğim şalım bağırıyor “ üstünü örterim battaniye gibi, sıcacık olursun ”.... Gözlerim ağırlaşıyor.. Uykum mu geldi.

Tavuğun kanatlarını kıvırıp, kafasınıda koltuğunun altına sokup bir süre tutarsanız uyuyakalırmış.. Benimde kollarımı birleştirip masama koyun, uyumamak için direnen kafamıda üstüne koyarsanız hemen uyurum heralde şimdi.. Aynı tavuk gibi işte...

Ağırlık çöktü.. Vucut ısım da düştü... Uykum ciddi ciddi beni sarmaya başladı.

İnsanların hayatlarının %25 ‘i uykuda geçermiş.. Ben şimdiye kadar yaşamımda olması gereken süreyi doldurmamış olabilir miyim? Ne bu öğlen öğlen basan... 10 dakika öğle uykusu bir saat ayakta tutarmış adamı.. Şuracıkta 20 dakika uyusam – beni ayakta tutacak o 1 saatte eve gider, kalan 1 saatte de yatağımın yolunu bulurum evde..


Küçükken hep az uyurdum.. Sabah ilk kalkan hep ben olurdum. O yüzden uzun bir çocukluk geçirdim.. Doya doya yaşadım çocukluğumu, uykumdan çaldıklarımla.. Şimdi büyümeye mi çalışıyorum daha çabuk acaba..

Güçlü aradı biraz önce... "Usb alalım mı?" dedi.. Sanırım rüya gördüm.. Usb ne anlama geliyor ki rüya dilinde.. (hatta kelimenin doğrusu UPS miş..onu bile uyuklarken yanlış anlamışım)

Ahh ah Shiraz ne guzel uyuyordur şimdi evde.. Sıcacık kaloriferin yanında yatıyorsa birde, değmeyin keyfine.. Patilerini altına çekmiş, oturduğu yeri güzelce ısıtmış hırıl mırıl.. Annem sessizce çıkıyordur salondan uyanmasın o diye tıkır tıkır yürüyerek...

Yatağımı özledim sanırım.. Sabun ve uyku kokan pijamalarımı... ve İçine girdiğimde bulutların beni sardığını hissettiğim yorganımı...

''uyku öyle güzel birşeydir ki uğrunda butun gün uykusuz kalmak gerekir '' demiş nietzsche' e .... Bir 4 saat daha dayansam, gece uykumu mu haketmiş oluyorum buna göre...

Uyumalıyım..Çünkü uyku, gün içinde öğrenilenlerin indekslendiği, tekrarlanan verilerin silindiği, hafızanın yeniden organize edildiği süreç diye geçiyor.. o zaman uyumalıyım ben biraz şuracıkta... Gün içinde öğrendiğim herşeyi indexlemem için... arayanlara da “hafızamı organize ediyordum” derim n’olcak..

Ya Bizim niye evrimimiz hayvanlarınki gibi olmamış ki.. At veya eşek gibi ayakta uyumuyoruz. Yada gözlerimiz açık... Niye hep yeryüzüne yatay pozisyona girmemiz gerekiyor da bu önümdeki hantal masa beni engelliyor koltuğa ulaşmak için....

Biliyor musunuz Japonya’da da iş yerlerinde öğle uykusu izni varmış. Bu çalışanlara ekstra para veriliyormuş uykuyu özendirsin diye... Ne ekstra kazanırdım ben Japon olsam.. Adamlar çok çalışıyor.. Sanırım ondan... Aslında benim bir ara hayattaki en büyük fantazim, okuduğum bir kitapta yazan uyku testine girmekti.. Sadece uyuyorsunuz, kafanıza ve kalbinize bir çeşit algılayıcı sensör takılıyor.. Uyduğunuz süre boyunca para kazanıyorsunuz.. Ne ulvi bir görev.. Ne işle meşgulsun diyenlere “uyurum” demek hoş olurdu... “Derin ve güzel uyuyan insanlar” aranıyor dense, hiç düşünmem sanırım..

Bir yerde okumuştum. Uyku, Tanrının kullarına verdiği hediyedir diye.. Uyku cennetten bir parçaymış.. Uyku cennetmiş.. Cennetten bir nefes almaya uykuma gidiyorum şimdi...

Yeşil koltuğum bana-ben ona kavuşuyorum.. Şalım sıcacık sardı beni.. Gözlerim ağırlaşıyor.. İçimde güne dair – gerçeğe dair herşey uçuşuyor uykunun kollarında... Ne gerçek-ne doğru/ ne yaşanmış-ne hayal hepsi karışıyor.. ben uykuma teslim oluyorum.. Ruhum havalanıyor...

“Git yüzünü yıka Burcu”.. çalışmaya devam et en iyisi.. ne uykusu !!..
Cennetini ertele geceye..

... Aman yaa... Gece olsa da bi uyusak...

Su tüketimimizi azaltmak için neler yapabiliriz?


* Musluklarınızı, sifonlarınız, daima bakımlı tutun. Bozuk olanları hemen onarın. Çünkü saniyede bir damla akan su, yılda 3 metreküplük yani 3 tonluk bir tüketime tekabül eder.

* Çamaşır ve bulaşık makineleri bir defada ortalama 40 litre su tüketmektedir. Makinelerinizi tam doldurmadan çalıştırmayın ve kısa programları tercih edin.

* Banyo yerine duşu tercih edin. Bir duşta ortalama 50 litre su, bir banyoda 150 litre su tüketilir.

* Tek bir kişi yılda ortalama 49.140 litre suyu tuvaletlerde tüketir. Sifonun bir kez çekilmesi ile 10 lt su harcanır. Yeni teknolojiler sayesinde standart modellere göre % 60 daha az su tüketen klozetler bulunmaktadır. Rezervuarların boyutunu küçültün. 12-20 litrelik yerine 6-7 litrelik ve kademeli rezervuarları tercih edin.

* Sifon çekildiğinde suyu renklendirsin ve temizlesin diye tuvalete asılan maddeleri kullanmayın. Bunlar kanalizasyona karışarak kirliliğe sebep olur.

* Traş olurken, ellerinizi yıkarken, dişlerinizi fırçalarken, bulaşıkları sabunlarken açık bırakılan musluk, dakikada yaklaşık 15-20 litre suyun boşa akmasına sebep olur. Bu işleri yaparken musluğu ihtiyacınız olduğu kadar açın.

* İçme suyu dışındaki suları birkaç kez kullanmaya çalışın. Sebze ve meyve yıkadığınız suyla çiçekleri ve bahçeleri sulayabilir, temizlik yapabilirsiniz.

* Evde kullanılan temizlik malzemeleri, atık sularla birlikte nehirlere karışır. İçinde fosfat bulunmayan ve suda ayrışabilen temizlik ürünlerini kullanın. Temizlikte sıvı sabun, toz sabun gibi doğal esaslı olanları tercih edin. (Hem doğaya zarar vermez hem de daha az suyla durulanabilir.) Diğer kimyasal deterjanların (petrol türevi temizleyiciler) doğal ortam için sakıncılarının yanı sıra bol suyla durulanmaları gerekir.

* Otomobilinizi ve balkonlarınızı hortumla yıkamak yerine silerek veya kova ve sünger kullanarak temizleyin. Hortumla yıkama, yaklaşık 550 litre su kullanımı demektir.

* Su basmasını engellemek için evden çıkarken ana vanayı kapatmayı unutmayın.

* Çamaşır suyu, atık maddelerin ayrılıp çözülmesini sağlayan yararlı bakterileri öldürür. Çamaşır suyunu olabildiğince az kullanın.

* Kapı önü, balkon, teras gibi yerlerin temizliğinde hortumla su tutmak yerine süpürge kullanın.

* Bahçenizi sulamak için, buharlaşmanın az olduğu sabah ya da akşamüstü saatlerini tercih edin.

* Suyu kireç ve bakterilerden arındıran filtreler kullanın.

© 2000 — 2006 WWF-Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı. Tüm hakları saklıdır.

16.01.07 tarihi itibari ile WWF-Türkiye'nin su kampanyası başlamıştır. Aşağıdaki linke tıklayarak suyumuzu nasıl tüketiyoruz animasyonunu izleyebilirsiniz.

http://www.wwf.org.tr/fileadmin/media/wwfsu.html

29 Ocak 2007 Pazartesi

GÜLÜMSEYİN...


2007 DING HAI-ATEŞ DOMUZU SENESİ

Çin Senesi bu sene Güneş takviminde 4 Şubat 2007'de başlayacak...

Domuz yıllarında yarım kalan projeler tamamlanır, yeni buluşlar ve icatlar olur. Örneğin, ilk kişisel kullanımlı bilgisayar bir Domuz yılında piyasaya sunulmuştur. Öte yandan, ekonomik gelişmelerin de yaşandığı bir senedir. Özellikle, eğlence, hobi ve inşaat sektörü açısından parlak geçer, Finans sektörü için de olduça başarılıdır. Domuz yıllarında borsanın çok yükseldiği gözlenmiştir.Aile yaşantısına verilen önem artmakla beraber, harcamaların ve lüks tüketimin yoğunlaştığı Domuz yıllarında, ani iklim değişikliklerine ve doğal afetlere de sıkça rastlanır. Bu nedenle, insancıl ve yardımseverdir bu yıllar...Yaklaşmakta olan bu yeni yılın etkilerini 17 Şubat 2007 itibarıyla daha fazla hissetmeye başlayacağız.

Yeni yıla girmeden önce, kendimizi ve evimizi hazırlamakla ilgili bazı küçük ipuçları:

· Evinizdeki arızalı aletleri onarın, tamiratları tamamlayın. İşe bitmiş ampulleri değiştirmekle başlayabilirsiniz.

· Eskidiği veye modası geçtiği için kullanılmayan eşyalarınızı ihtiyaçı olanlara verin.

· Kırık veya bozuk ne varsa, evden uzaklaştırın, eskileri atarak dolabınızda yenilere yer açın.

· Bereketi simgeleyen portakallarla bir çam ağacı süsleyebilir, narlarla sofralarınızı donatabilirsiniz.

· Sokak kapınızın önüne yepyeni bir paspas alın ve yeni yıla girdiğimiz ilk dakikalarda kapınızdan içeri ilk siz girin. Kapı eşiğinde iyi dileklerinizi ve arzularınızı aklınızdan geçirerek, büyükçe bir narı da kırabilirsiniz.

· Yeni yılın ilk sabahı evinizin bütün pencerelerini açın, evinizi havalandırırken, aynı zamanda yüksek volumda bir müzikle, içeride sıkışıp kalmış bayat negatif enerjinin evi terketmesini sağlayın.

· Evinize bir yeni yıl temizliği yaptırın, tıpkı bir bayramı karşılar gibi. Aktardan alacağınız kaya tuzunu soğuk suda eriterek bu suyla tüm eşyalarınızı, sokak kapınızı, döşemelerinizi temizleyin.

· Uzakdoğu'da negatif enerjiyi kovmak için bir ritüel vardır. Metal bir çanı saat yönünde çalarak tüm evi dolaşırlar. Deneyin, faydasını göreceksiniz.

· Tabi ki tütsüler ve mumlar da evin enerji hareketi için önerilen objelerdir.

· Yeni yıldan beklediğiniz mutluluğu armağanlar vererek paylaşın. Paylaşmak mutluluğunuzu kat kat arttırır.

dosyalar ve kategoriler



tansaş'a gittiniz kekler sırası, gevrekler, kuru malzemeler, içicekler, eğitim bölümü, sebze meyve, dodurulmuş şeyler vs vs görüyorsunuz. elinizde liste yoksa yandınız. kolunuzda saat yoksa bitti sonsuza kadar orda olabilirsiniz. hatta üzgünseniz ve kafa doluysa liste ve saat de yardım edemez. bu kategorileştirilmiş hayatımız otobüs duraklarında da görünür, iş yerinde iş tanımında da kolaylık sağlar, ama ilişkilerimizde nasıl oluyor bu bölümler? biriyle tanışırım hayatımdaki insanları beynimde dizerim ve bu şekilde görüyorum:

- çoook yakın arkadaşlarım (her bir tarafımı bilirler, saat kaçta ne yerim, bana bişi söylendiğinde nasıl bir tepki veririme kadar)


- eh baya yakın arkadaşlar (beni iyi tanırlar, bende onları ve sık sık görüşürüz)


- eski arkadaşlar (taa 4 yaşından beri tanıdığım, değişik ülkelerde yaşıyan, 5 yıl sonrada görsem değişimlere uyum sağlayan tipler ve ölsem benim cenazeye gelirler eğer haber verilirse tabii ki)


- aile (beni daha tanımaya çalışyorlar ve yaptıklarıma toleranslı bakan ve "allahım durmayacak mı irem" diyen kişiler artık "irem durmaz" diyenler oldular. böylecene kabullenme ve sevgi artmış oldu)


- yaaani arkadaşlarım işte grubu (ismimi tanırlar, sohbet arada bir kıvamında olur, ama paylaşımda eleştirme ya da hayata bakış açı konuşmalar çok tehlikeli olabilecek derecede olduğu için böyle konuşmalar yapılmaz. bu grupta geyik muhabbet fazlasıyla bulunabilir)


- eski ve de görüşülmeyen arkadaşlar (yoklar hayatımda yani bu kadar basit. aramazlar sormazlar, aradığın zaman "hiç aramıyorsun unuttun bizi" diyen tipler. ondan enerjimi bu şahıslara harcamama gerek yok)

yaptık ya listemizi. daha var zannedersem. hani pazara gidip patates aldığın yer aynı ve o adamla konuşursun, ya da otobüs dolmuş şöförü seni tanır ve seni o erken saatte uyanmamış halini sevgilin sadece bilir o şöförle kendini paylaşmış olursun. bu kişiler miscellaneous gruba girmek zorunda ama sağlıklı bir paylaşım olduğuna göre bir gruba ait olmaları gerek.


buyrunuz liste. bu listeye baktığım da hayatımı zorlaştırmışım gibi geliyor. tamam alış verişte kolaylık var ama ilişkilerde bu gruplarda ayrı ayrı hareketler, konuştuğuzda düşünüp cevap vermek gerekiyor. zihnimizi zorlamış olmuyoruz mu? ben "çook yakın arkadaşım" burcuyla konuşttuklarımı "yaaani arkadaşlarım"la konuşamam hatta bazı konular bile gündeme getirilmez. bizim beynimizin içini düşünüyorum kategorilerin baba kategorileri var yani ilişkiler, yaşam felsefesi, para, mal, hatıralar, eğitimin verdiği bilgiler (bilgiler başka nereye gider?) uuuff yani beynimizi kocaman çok katlı bir binanın raflar üzerinde dosyalar düşünün. bunların idari sistemini bir düşünün. meditasyon yaparken bu dosyaları unutmak ve onlardan uzaklaşmak mı demek ya da dosyaların tozu alınmış bir şekilde hayatınıza reboot şeklinde geri mi gelmek? komiğime gidiyor bu kategoriler. ondan hep "çok işim var" diyoruz. sürekli dosya arama, temizleme, tazeleme, içini kurcalama, "eh bi dosyalarıma bakayim ya" sisteme girenler. işimiz zor. allah herkese kolaylık versin.

28 Ocak 2007 Pazar

İyi Uykular Papiş

(Cuma günü zor bir gece geçirdim. 20 yıllık çocukluk arkadaşım, evlendikten sonrada onlara komşu olduğum - aslında kardeşlerim Özge ve abisi Emrah'ın, annem ve babam gibi sevdiğim Eser Teyzem ve Mengü amcamın 18 yaşındaki köpekleri, arkadaşları, Papiş cuma gecesi aramızdan ayrıldı. Minik pili cuma gecesi durdu. Hastaydı ve çok yaşlanmıştı. Ama onu sevenler ve onunla çok şey paylaşmış olanlar için çok zor bir geceydi. 10 arkadaşı onu yaşamında hergün yürüşler yaptığı sitenin içinde ve salonlarımızdan görünen bir çam ağacının altına gömdü... )


O gece arkadaşlarımıza yollamak üzere yazdığım yazıyı, isteğiniz üzere Tofu'ya da koyuyorum..


---


Papişka Güler
İsmine tekerlemeler yazılan
güzel ve asil dostumuza ithaf olunur...




Onu ilk hatırladığımda minicik birşeydi. Hatıralarımı zorluyorum, aklıma ona dair ilkleri bile hatırlamayacak kadar eskiydi dostluğumuz. Aynı abisiyle ve ablasıyla olan dostluğumuz gibi..

Eser teyze ile Mengü amcanın, o zamanlarda “ lojman” diye tabir ettiği, ama Ankara’da yaşanılası en güzel yerlerinde olan tek katlı -büyük bahçeli o lojman geliyor aklıma... Henüz ben ve Özge küçücük kızlardık. Özgenin odasında Bambinin kocaman bir duvar kağıdı vardı hatta. Emrah o zaman da şıpıdık terlikler giyerdi..

Papiş benim hayatıma ilk giren ev hayvanıydı..Hayatımda hiç ev hayvanı beslememiş ben, en yakın arkadaşımın minik kopeği sayesinde tüm özlemlerimi giderebildim..Bu o yaşlardaki bir çocuk için, gerçekten çok önemli birşeydir. Hayvan sevgisi bir yana, onu beslemek, sorumluluğunu almak ve belkide onu canlı olarak tanımayı öğrenmek adına, Papiş aslında çok önemli şeyler kattı bana...

Minicik, poifidik birşeydi o zaman.. Henüz küçük sehpaların aralarından hoplayarak geçemediği zamanlar geliyor aklıma..Pıflayarak havlayan, komik komik koşan, parlak tüylü ve bunlar bir yana herşeyden önce harika bir arkadaştı.

Özgeler bahçelievlere tekrar taşındığında Papiş, artık komşumuz olmuştu. Hergün Özge’den 4 saat önce çıkan ben, okul çıkışı Papişi alır, 7.caddede gezdirirdim onu...O zaman belki tek başıma dolaşamadığımdan, çokta güzel arkadaş oldu bana.. Ben okuldan gelip, apartmanın merdivenlerinden çıkarken Papiş havlamaya başlardı.. Bu onun ve benim aramdaki gizli bir iletişimdi... Bilirdi ki, ben onu gezdireceğim. Bazı günler onu gezdirmek gibi bir planım olmasa da, o havlamaya dayanamaz daha az zamanda olsa birkaç tur atardık beraber.. Beni görüp, tasmasını elime aldığımda ki mutluluğu ve heyecanı hiçbirşeye değişilmez olurdu..7.cadde turlarımda, o keyifle gezerken, bende sahibi olmadığım halde Papişin sahibi gibi görünüyor olmaktan garip bir gurur duyardım....

Ara sıra Papiş’i evimize getirip, onun gibi bir köpek edinirsem bizim evde yaşayabilir mi? diye denerdim.. O hep benim sahip olamadığım birşeydi çünkü... Papiş bize geldiğinde en esaslı misafirin ağırlanıp, mutlu edilmeye çalışıldığı gibi davranırdım. Sütler verir, seveceğini düşünerek sosisler kızartırdım.. o da mutluydu sanırım, kendi ailesi dışında birilerinin bu kadar sevmesinden onu.... Sanırım.. umarım öyledir.

Özgeyle artık lise çağlarımıza geldiğimizde Papiş bizim sırdaşımız olmaya başladı.. Gece dışarı çıkıp, ilk sigaralarımızı öksüre öksüre içtiğimiz zamanlarda Papiş bizimle dolaşmaya çıktığını sanıyordu sadece.. Ama sigara konusunda kimseye hiç sır vermedi, bizi ispiyonlamayacak kadar da asil bir kişiliği vardı..

Neler gördü bizimle Papiş’cim..Ne hatıralar, ne sevgililer, ne dedikoduları, ne kareleri hafızasında siyah beyaz sakladı.. Hiç bilmiyorum..Onunla tanışan hiç kimseye asabiyet yapmadı..Tepki göstermedi.. Leblebisini paylaşan herkes onun için tamamdı.. Ama hiçbirine kul köle olmadı..Nerde birileri birşey yerse oradaydı hep.. Sabaha karşı 6’da kapıyı sessizce açan bizi, hep antrede yakaladı.. “Sabah olmadı, hadi git yat” dediğimizde, gecenin ilerleyen dakikalarını mutfakta değil yatakta uyuyarak geçireceğimizden emin olmadan da asla gitmedi yatağına..... Bazı geceler çok uykulu karşıladı tabi bizi.... “hadi git yat” dediğimizde, çocuğunu tüm gece yarım yarım uyuyarak bekleyen anneler gibi, biz eve sağlam vardığımız için mutlu ve rahatlamış olarak döndü gitti yatağına...Yarı sarhoş-yarı uykulu geldiğimiz o gecelerde eğer mutfakta fare beslenmesi yapıyorsak, asla yalnız bırakmadı bizi.. Belki gecenin dedikodularını almak için oradaydı, belkide gözümüzün içine bakarken ”midem yanıyor geceleri, bir ısırıkta bana ver” diyordu patisini dürttüğüne..kimbilir..

Ama herşeye rağmen hiç hırçınlaşmadı.Biz ne yiyorsak yedi, biz ne yapıyorsak uyum sağladı.. Kiminle tanıştırdıysak ayırt etmedi...

Bir tek özel geceleri sevmezdi.. Kalabalık hoşuna giderdi gitmesine... Yılbaşı partileri- Emrah Güler organizasyonları-Eurovision geceleri onun için açık büfe kokteyl gibiydi.. Çok mutlu olurdu.. Hatta o kadar yedikten sonra- yemeği reddedip, Annesi Eser'in huzur dolu yatağında geceyi erken bile bitirebilirdi. Şampanya patlatılmasından hoşlanmazdı bir tek.. Hangi yılbaşıydı hatırlamıyorum,onu kucağıma almıştım. Balkonda havai fişekleri izlerken, sayıyorduk.. -4-3-2-1 Yeni yıl...Ve Şampanya patladı... o gece çok korkmuştu..

Papiş bizim için artık bir ev köpeği değil Güler ailesinin bir ferdi gibiydi. Hayvanlarla arası tam belli olmayan annem, Papişi “ Çirkin şey” diye severdi.. Anneme göre her güzel şeye nazar değerdi... Çünkü Papiş çok güzeldi. Bilirdi ki Ayşe teyzesi aslında çok anaç ve onu çok seviyor. Bu mesafesi aslında onu çok sevmekten korktuğundandı..O da hep buna saygı gösterdi..

Papiş’e geçmişe dair yapmış olduğum en büyük pişmanlığım kedim Shiraz ile kötü bir şekilde tanışmalarıydı. Shirazı daha 4 aylıkken bir veteriner ziyaretinden sonra, Eser teyze ile tanıştırmaya getirmiştim.. Papiş deliye döndü.. Shiraz’ı korumak adına salon kapısı kapatıldı. O gün belki de Shiraz ile, abisi ve ablasıyla dostluğumuza benzer bir şeyin ilk adımını atacaktı ama buna hiç şansı olmadı.

Papiş tam bir gezgin gibi dolaştı durdu sonra.. Urfa,.....Bodrum,...Ayvalık..., Antalya... daha bilmediğim bir sürü yolculuk...

Eser teyzenin anlattığı birçok Papiş hikayesinden biri aklıma geliyor..

Uzun bir süre Urfa’da yaşamaya başlayan Papiş, universite kampüsünde öğle yürüyüşleri sırasında sokaktaki çocukların gözdesi olmuş.. Sokakta köpek dolaştırıldığını ilk kez gören çocuklar “ Aaa kopennnk !! ” diyerek yürüşlerine eşlik etmeye başlamışlar... Eser teyzelerin Ankara’ya kesin dönüş yapmalarına az bir zaman kaldığında, artık çocuklar “ aa Papişşş ” diye sesleniyorlarmış ona.. Papiş Urfa’da bile birçok çocuğa çok güzel birşey öğretti.. Sanırım “sevmeyi”...

Ve papiş bize de çok şey öğretti.. Çok şey paylaştı..O apayrı bir varlık değildi hayatımızda..O bir bütünün bir parçasıydı.. Bizden biri gibiydi. .Çok şey paylaştı, çok şey gördü ve hayatımızdaki birçok şeye tanıklık etti..



Ben Papişi hep bu anılarla hatırlıyorum..Böyle de hatırlamaya devam edeceğim.... Çok güzel bir yaşamı ve çok seveni vardı.. Bundan daha güzel birşey düşünemiyorum.

Onunla yaşamış olduklarımıza bir nokta koymak zor geliyor.. O yuzden hep denildiği gibi anıldıkça hep var olacak o... Eser Teyzenin namus bekçisi Papiş, ... leblebi sever Papiş, ... vesikalık fotoğrafı olan Papiş,.........


Yürüyüşlerimizde sana leblebi getirmeyi unutmayacağız..

Her sabah bizi uğurla yine
ve her akşam eve döndüğümüzde durduğun köşeden bizi selamla olur mu..?

Yaşamın boyunca paylaştığın herşey için kendi adıma teşekkür ediyorum..
iyi uykular Papiş'im..
Senin anlayacağın dilde demek istiyorum ki......

ve 18 yıldır sana söylediğimiz tekerlemede de hep dediğimiz gibi...
Pap_it / Pap_ Köp--eekk...

26 Ocak 2007 Cuma

ÖYKÜ 1: "sormayın bana nasıl diye..."

Sormayın bana nasıl diye...
*
Ben de bilmiyorum, bilseydim eğer herşey çok daha farklı olurdu şimdi... ama öğreniyorum, öğrenmeye çalışıyorum. Hiçbirzaman hiçbirşey için geç değil ve tek bir sihirli kelimesi var bu “YAŞAM” formulünün... ucundan kulağından biraz uygulamışım ama yetmemiş, daha fazla vermeliymişim, hesapsızca verdiğimi sandığım sevgimi... aslında cimrice davranmışım... mesafelerim var benim, herkesi herşeyi seviyorum ama farklı mesafelerde farklı ölçülerde derken yanılmışım... Tanrı hesapsız, mesafesiz - ölçüsüz – yargısız severken tüm yarattıklarını, benim ne haddime, ben kimim ki mesafeler – ölçüler - yargılar içinde sevdiğimi sanmışım herkesi ve herşeyi...

Ah o beklentiler! Hiç bitmeyen, sonu gelmeyen beklentiler... Siz değilmisiniz tüm hayal kırıklıklarımızın sebebi... “anne burada ne yazıyor, bu ne diyor, ne olmuş.... ah biran önce okuma-yazmayı öğrensem de şu gazeteleri kendim okuyabilsem...” “ah şu okul bir bitse...” “bir iş hayatına atılsam, siz o zaman görün beni...” “ah bir emekli olsam, neler yapacağım” “bu da bitti şimdi sıra şunda” hiç sonu yok bu beklentilerin... “bunu da başardım... bunu da beceremedim...”

Hep teraziler kurduk önümüze, başarı kefesini doldurmaya çalıştık, başarısızlıklarımıza üzülerek... Mutluluk anlarına değil mutsuzluk anlarına diktik gözümüzü, şükretmek yerine kahretmeyi yeğledik çoğunlukla... Farkedemedik ki terazinin bir kefesi sürekli ağır basarsa dengesi bozulur ve ayar tutmaz. Başarısızlıklarım da benim derslerim tıpkı başarılarım gibi, mutsuzluklarım da benim tıpkı mutluluklarım gibi... o da var o da... biri diğerinden ayrı değil, ayrılmaz ikizler... Bir diğer sihirli kelimesi “YAŞAM” formulünün denge... Hep kaçırdık ayarı, bozduk dengeyi...

Ya geçmişte kaldık, ya geleceğe sarıldık dört elle... Kucağımızdan akıp giden anların kıymetini bilemeden... Anlayamadık, geçmiş – gelecek, hesap - kitap derken elimizden akıp giden aslında hayatın ta kendisi... bastırdık kahkahalarımızı ağlayanlara ayıp olur diye, bastırdık acılarımızı gülenlerin keyfini kaçırmayalım diye... Farkedemedik ki, acı da kahkaha da hepimiz için, şimdi ben sonra sen daha sonra gene ben gene sen.... bir kısır döngü ki ancak bastırmadan özgürce atarsan kahkahanı ya da özgürce salıverirsen gözyaşlarını çıkabilirsin bu döngüden... o an hissettiğini özgürce serbest bırakıp dolu dolu yaşarsan duygularını, ancak o zaman temizlersin onları ve yeni duygulara yer açarsın... Bastırdıkça taşar kabına sığamazsın, yaşam gitgide ağırlaşır omuzlarında. Oysa boşalttıkça, yeni yerler açtıkça hissedersin o anı ve yaşamın dayanılmaz güzellikte ki hafifliğini...

Hep geç kaldık herşeye... O da bu da derken yaşam yol aldı gitti... Bilseydim bunları, bilseydim eğer herşey çok daha farklı olurdu şimdi... ama öğreniyorum, öğrenmeye çalışıyorum yaşam seni, herşeye rağmen yüzümdeki gülücükleri esirgemeden...



12/07/2006

American as Apple Pie 2005 -Most Unique Pie




Gülçi'nin apple pie tarifi.......


gülçin benim yurtdışında yaşayan bir arkadaşım...
ben daha önce yedim gerçekten lezzetli ve şık
american as apple pie 2005 most unique pie ödülü kazanmış
sadece 3 ödül varmış
ve bu tarif onlardan bir tanesi

malzemeler

- 125 gr margarin ( önceden dolaptan çıkarılmış)
- 8 çorba kaşığı elenmiş un
- 6 çorba kaşığı şeker
- 2 yumurta
- 1 limon kabuğu rendesi
- 1 paket baking powder
- 1 çorba kaşığı tarçın
- 4 - 6 elma


- yağla şekeri krema olacak şekilde çırpın
- sonra yumurtaları ekleyin
- un - limon kabuğu rendesi -1 pk baking powder - 1 çorba kaşığı tarçın ekleyin
- yağlanmış kalıba ellerinizi ıslatarak hamuru yayın
- elmaların içini temizleyip bombeli kısmı üste kalacak şekilde öylece hamurun üstüne yerleştirin
- önceden ısıtılmış fırında 40 - 45 dak. pişirin
- servis yapacağınız zaman üstüne pudra şekeri serpin

afiyet olsun

25 Ocak 2007 Perşembe

"Ben O'yum" Oyunu...


(Aşağıdaki liste ve bu sıfatlandırma yöntemini yeni okumaya başladığım bir kitaptan öğrendim.Ben çok eğlenerek yapmaya başladım. Paylaşmak istedim )
*
Doyumlu, guvenli, sevilen, ilham verici, seksi, ışık saçan, hoş, şirin, neşeli, bağışlayıcı, canlı, hayallerini gerçekleştirmiş, enerjik, esnek, kabul edici, sağlıklı, yetenekli, akıllı, onurlu, başarılı, aydınlanmış, eğlenceli, özgür, bilgili, zengin, dengeli, mutlu, arzu edilen, çoşkulu, cesur, şanslı, sanatçı, parlak, bilinçli, romantik, sıcak kalpli, yumuşak, duyarlı, arzu edilebilir, hoşnut,uyumlu, sakin, kaygısız, cömert, kararlı, sabırlı, olgun, gönüllü, dingin, adil, iyi konuşan, temiz, uretken, kendine güvenen, korkusuz, yaşam dolu, yenilikçi, büyüleyici, korkusuz, cesur, yenilikçi, harikulede, lider, sağlam, şampiyon, sade, içten, verimli, aktif, sprituel, spontane, düzenli, değerli, sevgi dolu, yargılamayan, şeffaf,.....,.....

Biz bunlarin hepsine sahibiz.. Onları tezahür ettirmek için tek yapmamız gereken sahip çıkmak belki de.. Hayatımızın hangi durumunda bu özelliklerden gerçekten benim dediğiniz özelliği vurguladığınızda ona sahip çıkıyorsunuz aslında..Sadece “ ben o’yum” demeye gönüllü olun..ben başarılıyım..ben güzelim..ben kararlıyım... Bir sonraki adım, sihirli cümlenin arkasından gelir. Bürünür size o özellik.. Sahip olduğunuz şey ortaya çıkmaya başlar..

Fakat bunu armağandan görmek hepimizin yapabildiği birşey değildir. Birçoğumuz korkularımız ve direncimiz sayesinde o armağanı paketi açılmamış halde kendi mahzenlerimizde bırakırız.. Birçoğumuz başkalarından daha yetenekli – daha yaratıcı - daha kararlı olmadığımıza inancımızı güçlendirmek için savunma mekanizmaları donatırız. Adeta o armağanı yok sayar, görmezden gelmek için elimizden geleni yaparız.

Belli durumlarda kendimize sıfatladığımız bazı şeyleri zor telaffuz edebiliriz. İşssizken “ zenginiz” diyemeyiz belki... Ama boyle bir durumda zengin olabileceğimizi hayal etmek muhimdir. Şu daha iyi bir örnek kanaatimce... Siz kendinizi şişmanlamış bulur, tartılar yalan söylemezken “zayıfım” diyemezsiniz belki.. Ama “zayıfım, sağlıklıyım” demeye başladığınız zaman diet işe yaramaya başlar. Zayıfladığınızı ve sağlıklı olduğunuzu gösterir hızla size aynalar...

Listeniz çoğalabilir.. Listenize dürüst olursanız, sizde olmadığına inandığınız sıfatları yazma cesaretini de gösterebilirseniz oyun daha da eğlenceli olur..

Oyun şöyle başlıyor...

İki kişi veya çok kişi olursa çok daha iyi sonuçlar çıkıyor..

Ben benim eksik sıfatlarımı yazıyorum.
Karşımdaki kişiyle göz göze ve el ele- şöyle bir olumlamaya başlıyoruz.

Belki inanmak isteyip inanmayarak-belki zorla-belki zor olarak
-“Ben başarılıyım “ diyorum
Karşı taraf gözlerimin içine bakarak
“Sen başarılısın” diyor..

Bu dialog içinizden bu olumlamaya kalpten inanarak söylendiğine karar verilinceye kadar devam ediyor.

Kitapta okuduğum kadarıyla çoğu insan üzerinde hoş etkileri var.. Kocası tarafından aldatılmış bir kadın kendini “ arzu edilemez” olarak görürken, olumlama başlıyor. Kadın çok zorlanıyor bunu söylemeye “ ben arzu edilebilirim”...bir-iki-üç... Sonra karşı tarafına bir adam oturtuluyor.. Kadının elini tutuyor, gözlerinin içine bakarak, olumlama tekrar başlıyor..”sen arzu edilebilirsin”... bir-iki-üç... Kadın ağlayarak ve kalpten inanarak söylüyor sonunda “ ben arzu edilirim..” .... “ ben arzu edilirim..”


Bunu deneyimlemenizi öneriyorum. Özellikle bir ikili bulamazsanız bu onaylamaları yapabilecek, kendinizi ve hayali arkadaşınızı oturtun karşınıza... Bu olumlamaları hayatınızdaki insanlara da yapın.. Gerçekten bunu seven birçok oyun arkadaşı edineceksiniz..

Sanırım en önemlisi birisi size, size dair bir olumlama söylediğinde red etmeyin.
“Sen çok güzelsin” dendiğinde “ yoo kendimi hiç güzel bulmam” demeyin.. Kendinizi güzel bulduğunuz için belki “ evet Allah kahretsin ki güzelim” de denmez..

“Sen çok güzelsin” dendiğinde “teşekkür edin”... Hem karşınızdakine, hem de siz de olan armağanı onurlandırın.. İnanın ruhunuz parıldamaya başlayacak o anda..

Ayrıca bu oyuna başlayanlar için çok iyi bir başlangıç öneriside vermek istiyorum. Elinize çocukluk fotografınızı alın.. Bizler, çocukluğumuzla bizim olan-bizde gerçekte varolan sıfatları red etmeye başlıyoruz.. O fotoğraflar size neyin eksik olduğunu söyleyecektir biliyorum..

Hepimiz çok güzeliz.. Hepimiz çok değerliyiz... Hepimiz eşsiziz...


Kalplerinizden öptüm sizi...



not: bu arada tofuyu tekrar hareketlendirelim mi ?..... Durduk sanırım biraz..

24 Ocak 2007 Çarşamba

NİHAYET…

Yaklaşık otuz saattir ayaktayım… Yorgunum çok… Ve de uykusuz…

Ama şimdi günlerdir ilk defa masamın başında nispeten sakin oturabiliyorum.

Bu süreçte doğum günü mesajlarınıza teşekkür etmek için bile fırsatım olmadı… Aslında elbette sadece “teşekkür” için fırsat yaratabilirdim, ama istedim ki biraz daha düşünerek yazabileceğim bir zaman olsun.

Ama olmadı, parmaklarım klavyenin üzerinde sanki yavaş çekim hareket ediyor bugün… Uykusuzluktan olsa gerek…

Ne öğrendim… Bir kez daha: “Erteleme!”

Daha rahat bir zaman için bugünü erteleme… İyi bir ders, di mi?

Hepinize çok teşekkür ediyorum. Sevgilerimle...



22 Ocak 2007 Pazartesi

EN FAVORİ KAHRAMANIM GARFİELD

Garfield, benim en super kahramanım. Onu seviyorum bana çok benziyor. Benden daha tanınmış olduğuna göre, benim ona benzediğimi söylemek daha doğru olur.

O kedi bezmişi, ben insan bezmişi. Bezmişlik türlere göre değişir mi. Yani sabah uyansam, gözlerim açılmak istemese onları yarı açık konumunda bıraksam, omurlarım, askeri sıraya geçmek istemese, hafif kambur dursam. Ayaklarımı sürterek yürüsem, hatta yürümek beni yorar diye yürümesem. Sadece yatsam. Bazen uslu bir cenin olsam yorganın altında, sonra Garfield yatışı göbeğimi diksem gökyüzüne. Kimse Betül demese, telefonlar çalmasa, açacağımdan değil bezginlik konsantrasyon istiyor. İnsan, tamam ben bugün bezeceğim diye yataktan kalkmıyor. O biraz ilham gibi ulvi birşey kendi geliyor. Bezen insan düşünmemeli dünya dertlerini, kendini sadece bezmeye vermeli. Garfield bu işin üstadı.

Aslında fiziksel olarakta benziyoruz onunla.Benimde yerçekimine yenik düşmüş tatlı bir göbüşüm var. Bazen ona baktığımda gerçek olamayacak kadar büyük görünüyor gözüme, yani sanki benim değil de bağımsız kendi başına bir göbek. Benim ben olduğumdan, daha gerçek göbeğin göbek olduğu. Ayva göbek hayal, göbek kası mucize olabir mi?

Lazanya , beni ve onu birleştiren en önemli nokta. O kedi olması bakımından vicdan azabı çekmiyor, zaten çizgi kahraman kilo alıp vermesi çizerine bağlı. Ama benimki iradeye bağlı. İradem sıfır beden, lazanya yememe engel olamıyor. Ama ben lazanya yapmasını bilmiyorum. Benim için bunu yapacak birine ihtiyacım var. Yirmili yaşlarında, yakışıklı, tabiki İtalyan, bir de lazanya yapabiliyorsa, yemede yanında yat canım.


Betül

basitleştirmek ve akışa bırakmak

5 sene sonra Amerikalı arkadaşımla Istanbul Marmara Otel önünde buluşttuk. Yanında uzun boylu cici kocası vardı. Hiç değişmemişti. Aynı güler yüz, aynı cırcır gırgır konuşması, aynı gecenin geç vakitlerde ağız konuşuyor ama gözler kıp kırmızı ve kapanıyor... kocası kendisi gibi rahat, türkçe derslere gidip metro dolmuş otobüslere binip türkiye'de yaşamak nasılmış, deneyimlerini değerlendiriyorlar her gün. Bakalları "sahte para verdin bana" dediğinde anlayamadıkları zaman içleri "adam biz amerikalı olduğumuz için hizmet vermiyor yapmaz, başka bi derdi vardır" deyip alınmadan bir şekilde anlamışlar ve bakkal amca parayı sahteden nasıl ayırabilirsin onu öğretmiş. Crystal kocasıyla 9 ay tanışttıktan sonra evlenmişler. Hatta evlendikten hemen sonra Istanbul'a taşınmış. Ikiside değişik ülkelerde yaşayıp dolaşmayı seven, çocuk istemeyen ve 4 kediler olan bir aile. Crystal'a baktığım zaman hayatını olduğu gibi yaşarken, "değişme zamanı geldi, değiş" diyen biri. Artık Amerika'da olmak istemiyorum demiş, önüne Scott çıkmış. "Hayatımı basitleştirmek istiyorum" demiş arabasını, evini satmış ve 1 hafta da evlenip Istanbul'a taşınmış. Hatta New York'ta Türk konsoloslukta fotokopi çeken çocuk orda ne yapacaksın abla sorduğu zaman Crystal bilmem demiş orda iş bulmak zormuş demiş. Çocuk iş bulursun ingilizcen var demiş. O çocuğun söylediğini hiç unutmamış. Ve British Council'dan kursa katılıp ingilizce öğretmen sertifika programa yazılmış ki dünyanın her hangi br köşesine gitse orda bir iş bulabilir. Ama 1 sene önce hatta 6 ay önce bunu yapacağını bilmeyen biri.
Hayatı dolu yaşayıp, önüne gelen fırsatı yakalayıp (ama doğru zamanda geldiğini fark etmek), hayatı basitleştirmek çok zor değil aslında. Sadece motive olup yapmak, yani bir adım atmak, yapılabilir. Dağınık bir köşeden herkes başlasın....

21 Ocak 2007 Pazar

Doğum günü kutlaması




22 Ocak 2006-Pazartesi / Selen'in Doğum günü..

Doğum günün kutlu olsun Selen'cim.
Mutlu ve güzel bir yeni yaş geçirmeni diliyoruz ve Hepimiz seni çok seviyoruz..

TOFU GRUP

19 Ocak 2007 Cuma

Biz Kafası Karışık Gezginler... :)

Selen'ciğim, zincirleme yazı isteyen sendin, ben de gene dayanamadım işte :)

Doğrular-yanlışlar-gereklilikler-iddialar-gizlilikler-ulvilikler vs vs...... cevabı vermişsin zaten... “Öyle hissettiğin için...”

Neden yaşamı hep gerektiği şekliyle dayatıldığı şekli ile yaşıyoruz da hissettiğimiz şekli ile yaşamıyoruz... gerektiği için gitmek, gerektiği için konuşmak, gerektiği için yememek vs...

Gerçek dünya gözlerimin iç tarafında... dış tarafındakiler ise sadece vizyon, sadece film.... neden bu filmin içinden gelen sanal diretmeleri yaşamak, içimdeki hisler gerçekken... yüreğimin derinlerinden gelen bu hislerden daha gerçek birşey olabilir mi...

Tıpkı resim yapar gibi hayatı yaşamak... iki alternatif var;

Ya.... öğretilen tüm teknik kuralları dikkate alarak, yaratıcılığımı bir kenara bırakarak, renk kurallarına, perspektife, altın kesim noktasına, birebir tam desenlere riayet edeceğim ve ortaya mükemmel bir resim çıkacak ya da yarı mükemmel ya da “eh işte”, ne kadar öğrendimse ve ne kadarını uygulayabildiysem o kadar... peki duygu nerede?

Ya da.... yüreğimden kopup gelen çoşkuyu serbest bırakarak, kimseye beğendirmek için değil, o an mutluluğu- coşkuyu- içimdeki sevgiyi doya doya yaşayarak ellerimi tamamen serbest bırakarak resmi tamamlayacağım... renkleri dilediğim gibi kullanacağım, desenlerim belki çarpık olacaklar ama benim desenlerim olacaklar, yüreğimden kopup gelen desenler.... duygularımı hiç dizginlemeden yansıttığım bir resim... kimileri için mükemmel, kimileri için yarı mükemmel, kimileri için “eh işte”... benim için ise “şaheser”

Hayatınızı nasıl yaşamak istiyorsunuz peki? Kitaplardan, filmlerden, seminerlerden, çevrenizden vs öğrendiğiniz “gerekenler”e göre mi yüreğinizde hazır bekleyen “coşku”ya göre mi? Mutlaka mükemmel mi olmalı ve neye göre kime göre mükemmel olmalı.... takdir beklediğim için mi mükemmel olmalı... takdir edilmem neye yarar ben kendimi takdir edemiyorsam... ben kendimi takdir edebiliyorsam, kendimden hoşnutsam, kendimi sevebiliyor ve bağışlayabiliyorsam, kendime yetebiliyorsam ve yetinebiliyorsam.... bu hayat / film / resim zaten “şaheser” olmaz mı....

Tercih bizim... neyi seçersek onu yaşıyoruz, neyi arıyorsak o yuz...

ve yürekten inanıyorum ki "coşkuyla yapılan her resim / her film şah eserdir-ölümsüzdür" "coşkuyla yaşanan her an ölümsüzdür..."

Bütün kızlar TOPLANDIK..



Lütfen maillerinizi check edin..İlk Tofu gecesi fotograf albumunu bulacaksınız.
Bir dahaki sefere daha iyi fotograflar cekecegim..Söz..

sevgiler

KAFASI KARIŞIK GEZGİN


Tavşan göz kırptı… Takip etsene beni hadi dercesine… Ama “takip et” demedi… Merakımın galip geleceğini artık öğrenmişti galiba… Ben de takip ettim… Karmakarışık renklerle ve karmakarışık geometrik şekillerle dolu bir odaya gitmiş oldum peşinden… Bir sürü görüntü vardı etrafta… Birbirleriyle konuşan insanlar… Konuşmadan bekleşenler… Sükunet içinde yan yana oturanlar… Kıpır kıpır dolaşanlar… Konuşmak isteyip konuşamayanlar ya da susmak isteyip sesini bastıramayanlar… Kısaca, havada kesif bir "konuşma" kokusu vardı...

Hemen aklıma geldi mesela Nilambara’nın Cibran’dan aktardıkları… “Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terk edersiniz. Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız.” Dinlediğim, okuduğum benzer diğerleri de… Ama…

Konuşmak… Bazen öylesine… Saçmalayarak… Öğretilenleri hiç öğrenmemiş gibi… Ya da hiç umursamıyormuş gibi belki… Doğru veya yanlış diye değil… Olması gereken “doğru” şeyin ne olduğu cevabını aramak için de değil… Sadece o an öyle olduğu için… Öyle hissettiğin için… Biraz, sevdiklerinin yanında olduğunu bilmenin şımarıklığına sığınarak… Aynanın karşısında kendinle konuşur gibi… Sadece konuşmak için yani… Olmaz mı?

Konuşmamak… O da bazen öylesine… Düşüncelerinizle barış içinde olduğunuzdan falan değil… Konuşmamak istediğiniz için yalnızca… Barış içinde olmak iddiasından bile haberdar olmadığınız ya da olmak istemediğiniz bir anda… Sadece konuşmamak için yani… Gizli, ulvi hiçbir anlam barındırmadan… Olmaz mı?


17 Ocak 2007 Çarşamba

SEÇİMLERİMİZ

Huzur ve sevgi iç içedir. Huzursuzluğu seçtiğinizde bilinki sevgisizliği seçtiniz ve Tanrı'dan, varoluştan, özünüzden ayrıldınız.

Albert Einstein şöyle der :

Hayatımızın yaşamanın sadece iki yolu vardır:

Bir tanesi hiçbir mucize değilmiş gibi, diğeri ise herşey mucizeymiş gibi...

Uzakdoğunun kutsal metni BHAGAVAT GİTA da şöyle der : "Varoluşun içinde olarak, harekete geçin"

Hepinizi çok seviyorum ve hepiniz iyi ki varsınız....

Sevgilerimle,

Brajabanita
18.1.2007, 01.25 am

Maskemi kaybettim :)

Nilambara ve İrem’in yazdıklarına comment yazacaktım.. Uzun olacak diye yazı yaziyorum bende ...ikinize de teşekkür ederim... zincirleme yazı..:)

Kişisel gelişim denen şey, gerçekten kişisel...Kişiye özel.. Herkes kendi evresinde birşeyler yaşarken, birbirine dokunan hayatlarımızda, ne karşı tarafın kişisel gelişimi için öğretici olmak, ne de onun kendi gelişimindeki deneyimleri ile bana öğretici konumunda olmasını isterim. Yani "sıkıcı muhabbet etme de içimi doldur" diyemeyiz kimseye.. Ya da "bi sus ta meleklerin konuşşun :)". Hayatımızda yaşadığımız her iyi ve kötü şeyin bize öğrettiklerini aynı yücelikte karşılayıp, aldığımız gibi.. Yaşamımızda geçen en gereksiz -sıkıcı sohbeti de / en iyi sohbet ile aynı değerlendirip, bize getirisi olduğunu düşünmeliyiz.



Ego sanırım bu anlamda en büyük tehlike.. Birşeyler biliyor olmak, kimseyi kimseden üstün ya da aşağıda yapmaz.. Hepimiz birbirimize minik iplikçiklerle bağlıyız aslında.. İnsanda “ ben biliyorum”-“ ben farklıyım” egosunun öğrenmeye ve yeni şeyleri algılamayı durduran birşey olduğunu düşünüyorum. Ne zaman “ben biliyorum bunları ” dersek, o zaman algılarımız sadece bildiğimizin içinde dolanıyor.. İşte o zaman, bir galeride çalışan ve resimlerin hepsini bildiğini - sanattan anladığını söyleyen galeri bekçisinden hiçbir farkımız kalmıyor.... marcel duchamp bir pisuarı sergisine koyup, altına imzasını atarken, bu sanat eseri değil ki diye bakıyoruz sonra..

Hepimiz birbirimize iplikçiklerle bağlıyız. Benim gelişimim başkalarını, başkalarının gelişimi beni etkileyecek.. Yaşadığımız yada deneyimlediğimiz bazı şeyleri başkalarıyla paylaşamadığımız zamanlar olacaktır.. Paylaşamadığımıza, anlaşılamadığımıza konsantre olmak yerine -onları anlayabilmenin ve hoşgörülü olabilmenin bizim öğretilerimizden biri olduğunu görmek gerekir belki de... Herkesin kendi gelişimini yaşadığını düşünüp, bu gelişime saygı göstermek gerekiyor.. Bildiklerimizi, deneyimlerimizi, kişisel gelişim yolunda kattettiğimiz mesafeyi sözlü iletişim yoluyla anlatarak- anlaşılmak isterken, karşı tarafı anlamiyor da olabiliriz.. Sohbetlerini "ne keyifsiz bir sohbet"-" çok geyik" diye adlandırdığımız dialog sahipleri, belki de bizim onlarla olan kişisel gelişim sohbetlerini de aynı bizim algıladığımız gibi " sıkıcı" buluyor olabilir... Bu iki kefe arasında dengede durmak gerekiyor.. Anlamak ve anlaşılmaktan çok, paylaşmayı seçmeliyiz belkide.. Çünkü paylaşma-ortak eden birşeydir.. Anlaşılmak-beklentilidir.. Beklentide olursak anlaşılamadığımız ölçüde hayal kırıklığına uğrarız..

Hayatın içinde iyi, kötü, anlaşılmayan, sıkıcı olan, güzel olan, maskeli, maskesiz birçok şey var. Biz tüm o renklerin içindeyiz..Yüzümüzü hep kendimize doğru çevirip, sadece kişisel gelişmemize odaklanmaktansa... Her zaman sevgi de kalmayı bilerek, hayatın tüm renklerini yaşayarak aydınlanmayı tercih etmeliyiz. Zor olan da bence budur...
Denize atılan küçücük bir taş bile olsa, minik bir dalga yaratır suya düştüğü yerde mutlaka,... sonra o minik dalgalar daha da buyuyerek yayılır, yayılır ve kıyıya kadar varır..

normal olmak maskesiz olmak değil mi?



İrem'in yazısına comment yazmak isterken aslında söylemek istediğim çok şey olduğunu farkedip commentten vazgeçtim :)




Maskelere gerek olmadığını düşünüyorum ama ne yazık ki bazen maskelerle karşılaşıyoruz. Bence maske de rol de gerekli değil... Gerektiği yerde susmak gerektiği yerde konuşmak yeterli... Ama zaman zaman doğrusu ben de tereddüt ediyorum, ses çıkarmayıp sadece izleyince susuyor oluyorum, dayanamayıp söyleyince ukala-bilgiç oluyorum ve üzülüyorum...


Birşey daha var ki çok dikkatimi çeken ve çok şaşırıp, üzüldüğüm... Kişisel gelişim, her isteyenin istediği yolla istediği şekilde gelişimini sürdürmesidir. Bu, o kişiye bir özellik katmaz, bunu herkes yapabilir ve kazanımları herkes deneyimleyebilir, bunları çok özel birer lütufmuş gibi algılayıp ego yükseltmemek için çok dikkatli olmak gerekir. Kadim bilgiler-yetiler herkese aittir, herkesin zaten içindedir, kimi biraz daha çok kimi biraz daha az farkındadır. Bunları çok özel yetilermiş gibi sürekli bayrak edip sergilemek te, aman sadece bana ait diye saklamak da anlamsızdır...


Galiba en iyisi hayatın her anında her yönünde olduğu gibi bu konuda da dengede kalabilmek, ki çok zor haklısın... Aslında, öğrenmek isteyince o geyik konuşmalardan da alacak çok ders çıkarmak mümkün... hayatı spritüel ya da geyik diye kesin çizgilerle ayırmak mümkün değil bence... her ikisi de birbirinin dışında ama aslında içinde, iç içe... maneviyatı ve maddiyatı birbirinden kesin çizgilerle ayırıp her ikisini de ayrı ayrı yaşamaya çalışmak ya da sadece uç noktada maddiyatı yaşamak ya da sadece uç noktada maneviyatı yaşamak... her üçü de bana doğru gelmiyor.... maddiyatın içinde maneviyatı, maneviyatın içinde maddiyatı dengeleyebilmek çok daha değerli...


Ama şuna inanıyorum ki “kişisel gelişim” adı üstünde “kişisel”, kişiye özel, kazanımları da kayıpları da deneyimleri de kişiden kişiye farklılık gösteren ama özü aynı... algılamalar açık, farkındalık tam, her andan ve her sözden, geyiklerden bile ders gibi yararlanabilmek ve bu arada nötr kalabilmek (yargılamadan, yermeden), yaşanan her yeni deneyimi, her yeni kazanımı hayatın doğal akışı içinde içselleştirebilmek önemli olan diye düşünüyorum... hayatın doğal akışını bozmadan hayatın sunduğu, yolumuza çıkardığı her anı deneyimleyebilmek.... (ve hayatın bir ayna olduğunu, aynaya nasıl bakarsak onu gördüğümüzü, yani hayata ne verirsek onu aldığımızı, vermeden alamadığımızı, verirken alacaklarımızı planladığımızı ve dolayısıyla daima her an her boyutta pozitif kalabilmeyi unutmadan...)


Haklısın, "bilinç yükseltmek" bıçak sırtı, çok kontrollü olmak gerek ve galiba en iyisi "Tanrıya teslim olmak, sığınmak", bizim için en iyiyi en hayırlıyı ancak O bilir...


Teşekkürler İrem’ciğim :)

normal olmak maske takmak gibi mi?


normal nedir? amerika'da politically correct diye bir deyim var yani bir çok kelime artık kullanılmıyor. mesela "sakat" ya da "özürlü" değil de "engel" deniliyor. selenle konuşuyorduk, enerjilerle ilgilenen kişiler, vizyon görenler, varlıkların hissedilmesi, meleklere inanış, "dilediğin olur" felsefesi, tanrı ve sevgi içimizdedir anlayışı, "normal" kategoriye girmiyor. hatta bu tip konular "bilenlerle", "ilgilenlerle" konuşmalı tavsiye ediliyor. eğer biz yargılanmamak için, anlaşmazlık yaratmamak için konuları dile getirmiyorsak, ve ortamlarda havadan tuzdan sürekli bahsedeceksek maske takmış oluyoruz ve sadece hafta da bir kahve gruplarında, msn chat'de, forwardlanan emaillere sınırlıyız demektir. ayrıca eve gidinceye kadar maske takmış oluyoruz, ee sonra? normali olan maske takıp herkesin geyik konuşmaları ile bir şey öğrenmemek mi yoksa maskeli olduğumuzda içimizdeki o kişisel gelişim icin neler öğreniyorum soruyu sorup değerlendirip yine rolü oynamaya devam mı etmek? transparency diye bir şey ne zaman aramıza gelecek? bilinç yükseltmek büyük sorumluluk ya, işimiz uzun.

Benim bitmek bilmez orta yaş krizim.........




Son iki yıldır Devrim (resmi kocam, gayri resmi sevgilim) sürekli benim orta yaş krizine girdiğimi bana kabul ettirmeye çalışıyor. Ben buna şiddetle karşı çıkıyordum. Ne zamanki kendimi gecekondular arasında, motor öğrenmeye çalışırken buldum. İşte o zaman gerçekler kafama değil, kalbime dank etti.

Evet ben orta yaşımda,ortalama hayatımda ve en güzeli orta yaş krizimdeyim.Gençlik çağımla, orta yaş çağım arasında geçen nadas dönemimden sonra başlayan yeni çağım. Sürekli yeni şeyler denemek istiyorum.

Şimdilerde motora binmeyi öğreniyorum.Aslında motor sevdam yeni değil, iki yıldır ağzımda. Ama serde tembellik var, aldığım kararları uygulamaya koymak biraz zamanımı alıyor. Motor insanın eşinin hayatının önemli bir parçasıysa ,ister istemez dahil olunuyor. Bu seni ki evlilik yıldönümü hediyem motor ehliyeti kursuydu.Kursta ben ve üç genç çocuk vardı. Kurs iki gündü, yarım gün teori, birbuçuk gün pratik. Ben teoride çok iyiyim ama gelin görün pratikte .......

İlk gün bütün kursiyerler scooter kullanıyor,hepimiz aynıyız.İkinci gün gene scooterlara bindik ama artık aynı değiliz. Erkekler genlerinde bulunan bir tekerlekli araç kullanma yetisiyle beni solladılar.Ama arkadaşlar, hemcinslerimin gururu adına scooterlada olsa iki günü tamamladım. Erkek gruba motor kullanabilir belgesi verilirken, bana sadece scooter kullanabilir belgesi verildi.

Ben yenilgiyi kabul etmişim, yelken kursu araştırmaya başlamışım. Devrim bana yılbaşı süprizi scooter aldı. Onun erkek beyni benim scooterı kullanamadığım gerçeğini kabul edememiş. Neyse geçen haftasonu ,ailecek benim scootera binebilmem için araba trafiğinin az olduğu bir bölge seçildik. Yolun etrafı gecekondu. Ben patlıcan moru scooterıma binmişim ,kafamda kask, yirmi kilometre hızla, İran'ın nükleer silahları hakkında açıklama yapan Bush ciddiyetinde, aynı adanın etrafında turluyorum. Sokağın bir köşesinde Devrim ve Yaso(kızım) bekleşiyorlar. Yanlarına ulaşmam uzun sürerse Yaso koşarak kontrole geliyor.Yani benim durumum biraz sirk maymunu durumu.

O gün maximum yirmibeş kilometre hıza ulaştım, çok keyif aldım. Rüzgarı daha çok hissetmek isteyenlere şiddetle tavsiye edilir.

İlgilenmeyenler için ;scooter sadece pedal çevirmediğin bir bisiklet bence.


Sevgiler
Beto

16 Ocak 2007 Salı

KAHVE MOLASI




Ayın ilk perşembesi kahve molası toplantılarının ilki için bu duyuruyu yazıyorum..

18 Ocak 2007 Perşembe günü
Tunalı Cafe Des Cafes 'te
Saat 19:00 'de...

Bu ay ilk perşembeyi yeni yıl dolayısıyla atladık...Umarım gelenekselleşen bir toplantı olur..
*
Neden perşembe..Bir gün sonra iş günü biliyorum.Fakat hepimizin haftasonu ve Cuma günlerinde genelde planları oluyor.. Perşembe günü bir-iki saatlik bir mola ile geceyi sarkıtmadan beraber oluruz..Bir gün sonraki iş gününde de biraz yorgun bile olsak, tatile az kaldığı için gün çok yormaz bizi diye düşündüm.

Saat 7 hepimiz için uygun olur umarım...
7 den sonra'da gelebilirsiniz sonuçta.. Erken gelen oturur.. İsteyen kahvesini içer, isteyen yemekte yiyebilir..

Commentler kısmında kahve molasına katılabileceğinizin onayını bekliyorum heyecan ile..

ben sizi cok özledim çünkü..


Bu toplantıyı duyanlar-lütfen duymayanlara haber versin....

Not: Betül seni de bekliyoruz..

panthera pardus tulliana..... (anadolu parsı)






sis çok gizemli
bugün şehir rüya alemi gibi

aslında doğada herşey gizemli ve mucizevi
güneş - yağmur - rüzgar - bulutlar
bütün canlılar

bir zamanlar
anadolu topraklarında pars yaşarmış
sanki dünya hiç yok olmayacak
öyle bir kazanma hırsı ile yaşayan
insanoğlu

fotoğraf: yakalanan son anadolu parsı :(

ülkenin belki de en gizemli canlısını yok etmiş
son defa 17.ocak.1974 te
beypazarına 12 km uzaklıktaki
bağözü köyünde görülmüş
avcılık ve yaşam ortamlarının kaybından
dolayı ülkemizde artık neslinin tükendiği düşünülüyor
türkiye deki en büyük kedi türünün
hala doğu toroslarda yaşadığını düşünen
ve
bunu araştıran bir grup gönüllü var

oysa değerlerimize sahip çıkmalıyız
anadolu parsına ve diğerlerine

paralel evrenler

evet anladım, evrende zaman yok. zaman kavramı hatta o kadar zor ki benim bunu anlamam bir çok sene aldı. mesela orta okulda dünya'nın ÜSTÜNDE yaşadığımızı anladım. ben onca sene tamam yuvarlak ve içinde yaşıyoruz düşündüm ve bulutlar dünya'nın çerçevesi zannetmişim. yaaa!!

zamanın çok çeşitli boyutları olduğunu her gün yaşadıkça anlıyorum. yani şöyle: bir şey aklınızdan geçiyor, "uff bahçelideki simitçide süper poğaçalar var bi yesem" ve 1 saat sonra iş arkadaş onu getiriyor. bu telepati'den farklı, bu "dileğin gerçekleşti" den de farklı. bu başka bir yerde gelişen hadiselerin sonucu gözle görülür hale gelen bir durum bence.

geçenlerde tek başıma "deja vu" filme gittim. konuştuğum insanlar arasında bu filmi izlerken uyuyanlar, bazıları sıkılmış (o zaman anladım iyi bir film olduğunu) . bir kaç yerde okudum, yönetmen hakkında iyi şeyler söylenmişti. şimdi "run lola run" filminde zaman kavramıyla ilgili oynamıştı yönetmen, burda da hollywood style oynanmış. başarılı bence. satellite görüntüler esnasında geçmişteki olayların paralel evren yaratılıyor ve orda da yaşanan gerçekler var. azıcık heyecan yaratmak için işin içinde tutku, terör eylemi filan koyulmuş ama ana fikir güzel ve net- eğer paralel evrenlerdeki olayları bakabilsek, hissetsek biz neler neler yapabiliriz. bilinçli bir şekilde olmasını istediğiniz olayı "zamana bırak" cümlesi burda aslında demek istenen "paralel evrenlerde olsun ve sana paketlenmiş hazır sana verilir bi ara, muhtemelen süpriz olur".

bugün okuyanlara bir süpriz gelir eminim :)

15 Ocak 2007 Pazartesi

“Bize konuşmadan bahset”




Ve bir öğrenci, “Bize konuşmadan bahset” dedi.

Ve O cevap verdi:

“Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terkedersiniz; Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız.

Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur.
Ve konuşmalarınızın çoğunda, düşünce yarı yarıya katledilir;
Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir; kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz.

Aranızdan bazıları, yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar; Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak kendilerini gözler önüne serer, ki onlar bundan kaçarlar.

Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı bir gerçeği ifşa edebilirler.

Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır, ama onu dile getirmezler.
Böylelerinin sinelerinde ruh, ritmik bir sessizlik içinde dinlenir.

Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun dudaklarınıza doğru hareket etmesini ve dilinizi yönetmesini sağlayın. Sesinizin içindeki sesin, onun kulağının içindeki kulağa seslenmesine izin verin;
Çünkü onun ruhu, sizin kalbinizin gerçeğini saklıyacaktır; Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile, şarabın tadının ağızda kalması gibi...”

Halil Cibran

nd: yazılarınız, sözleriniz ağzımda hoş bir tad bırakıyor ve yüreğime dokunuyor! sevgiler...

14 Ocak 2007 Pazar

SARI OTOBÜS


Okuduğum bir kitaptaki bir egzersizi sizinle paylaşmak istiyorum..Bir yolculuk bu.. valizinize kendinizden başka birşey koymayın ve mümkünse egonuzu evde bırakın..


Bir otobüs ile yola çıkıyorsunuz...Otobüse insanlar biniyor sonra..
Zenci-Şişko-Ermiş - Ev kadını -çocuk- erkek- Eski sevgiliniz-En yakın arkadaşınız- Kocanız-Kardeşiniz .... Sevdiğiniz insanların hepsi...
Ev sahibiniz-Taksiciniz-Anneniz ..Hayatınızda sevdiğiniz ve Asla sevemem dediğiniz tüm insanlar.. Kötü kokan-Küfürlü konuşan- Hırsız belki
Bilemiyorum...

Yolda hep beraber ilerliyorsunuz bir otobüs dolusu
Sonra otobüs bir park yerinde duruyor
Siz inip ağaç gölgesi bir banka oturuyorsunuz
Otobüsten bir yolcu inip sizin yanınıza oturuyor
Tanışıyorsunuz..

Onun hakkında fikir yürütüyorsunuz
“Seviyormuyum bu insanı”-
“Neyi hoşuma gitti”
“neyi hoşuma gitmedi”
ve nedenlerini düşünüyorsunuz
Sonra o insanın size ne öğretmesi için bu yolculukta sizinle olduğunu soruyorsunuz.. Bunu söyleyebilenler çıktığı gibi konuşturamadıklarınızda çıkacaktır. Sabırlı olmalı.. Zaten otobüsten inenlerin çoğu sizin için konuşmaya hazır olanlardır..
*
“Ben şişkoyum ve sen şişko insanları sevmiyorsun..Halbuki beni dış görünüşümle yargılama..benden öğreneceğin çok şey olabilir” diyor..
*
“Ben senin iyi arkadaşınım..Seni bu yolculukta yaşadığın ve ilerlediğin her adımda yüreklendirmek ve onurlandırmak için buradayım”
*
“Ben düşüncesiz biriyim...Bana kızıyorsun bu yüzden ....Sen hep, beni çekip çeviriyorsun çünkü... ama belki senin doğru zamanda bana hayır demeni öğretmek için buradayım.” diyor bir diğeri..
*

“Ben senin Annenim..Sana karşılıksız sevgi veriyorum.Ve ihtiyaç duyduğunda yanında olup, hayat tecrübelerimi paylaşmak için buradayım”...
*
“Ben senin kızdığın iş arkadaşınım,işimi kötü ve yanlış şekilde de yapsam –senin işini sabrederek yapıp, kariyerini daha iyi duruma getireceğini göstermek için burdayım”...diyor bir başkası....

Ve böyle gelişen birçok konuşma...
Bazı kişileri konuşturabilmek yada hayalini kurmak çok zor oluyor beyninizde...
Ama bunun daha da kolay bir yolu var..

Hayatınıza giren insanlar..
Onlara bakın
Onlar yolculuğunuzda sarı otobüsünüzdeki insanlar aslında..

Hepsi bizim için oradalar..
Hepimiz birbirimizden birşeyler öğrenmek için bu yolculuktayız..
Sevdiğiniz sevmediğiniz
Kızdığınız- kendinizden uzaklaştırdığınız insanları düşünün
Şu an kapınızın önünde duran çayınızı getiren insana da bakın.
Dün olan ama bugün hayatınızdan çıkanlara da..

“onlar hayatınızda niye varlar”
“ne öğretiyorlar size”
ya da ne öğrettiler...

eminim içinizden cevapları alacaksınız...

Ben bunu deniyorum..

Benim otobüsümde hepiniz varsınız..:)
Yalnız arka Dörtlü de çal oyna yapmaya başladığınızı görüyorum..Berrin dolmaları açmış...Bir ağızdan şarkı söyleniyor orada...Kızıyorum size..ona göre...:P

Hepiniz ile nasıl olsa o bankta oturup konuşacagız ..O zaman sorarım size..

İyi ki varsınız..

Hayat varılacak bir hedef değil, gidilen yolda gördüğünüz manzaralardır..

cep telefonlarınız kapalı – yolunuz açık olsun..


Mucizeler


Tanrım herşey senin elinde, huzurunda, sevginde. Herşey iyi ve güzel. Şükürler olsun !

Özellikle sevgili hocam Birol Gökduman ile başladığım Mucizeler Kursundan sonra Mucizelerle ilgili farkındalığım çok daha arttı.....Yürekten hissediyorum ve her geçen gün farklı farklı şeyler öğreniyorum, deneyimliyorum ve yaşıyorum...

Mucizeleri önüme peşi sıra koyuyor Tanrım ve ben her seferinde teşekkür ediyorum.

Gerçekleşen herşey onun eseri ve egomu yanıma almam için beni uyardığı, dürüstlüğün önemini bana süreki vurguladığı, sadece aracı olduğumu bana gösterdiği ve bana yolladığı, beni çevreleyen sevgili rehberlerime hergün teşekkür ediyorum...

Evet, çok istememe rağmen belki son zamanlarda yazamadım ama karman çorman belki darman dumandım. Aynı zamanda çok güzellikler yaşarken aynı anda kendi içimde hesaplaşma ve bilimum çıkışlar yaşama halindeydim. Uzun zaman olmadığı kadar bel ağrısı çektim ve halen daha azalmış olsa da yine tam geçmiş değil.. Ama biliyorum ki bu da Tanrımın bana göndermiş olduğu mucizelerden birisi, orada birşeyleri görebilmem için verildi bana...Bağışlıyorum, kabul ediyorum, onaylıyorum, seviyorum ve tüm sevgimle özgür bırakıyorum...

Güzel rehberlerim iyi ki varsınız. Tanrı'ya şükürler olsun.

Tanrım herşey senin elinde, sevginde, huzurunda. Herşey iyi ve güzel. Şükürler olsun..

Hare Krishna Hare Krishna Krishna Krishna Hare Hare Hare Rama Hare Rama Rama Rama Hare Hare

(Bir kısmınız belki bu mantra'ya tepkili olabilirsiniz ama çok içimden geldi ve benim için çok özel, önemli ve eşsiz ve güçlü bir mantra, hiçbirşey empoze etme niyetim olmadan yüreğimden geldi yazmak, saygı duyacağınıza inanıyorum)

Brajabanita
14.01.2007 23.30

12 Ocak 2007 Cuma

Geçtiğimiz Yedi Koskoca Gün

Bu hafta...

Barıştım!
Bugünün tarihi ile sevgili arkadaşlarım "ütü" ile barıştım! Onun da sürekli aynı işi yapmaktan sıkıldığını, boş vakitlerinde kırıştırmayan çamaşır makinelerinin icat projelerine kafa yorduğunu, kendisini icat edeni bir bulursa neler yapacağının listesini çıkardığını, gömleklerin kimseye yakışmadığını, Havva ile Adem'in ne kadar uygar insanlar olduğunu düşündüğünü anladım!
Ölümüne kankayız!



İnandım!
Yaradanın nasıl da yok ettiğine inandım.
Eşimin şu an annesinde yaşayan sevimli köpeği Gofret'in yuttuğu plastik topun, 4 gün boyunca, beklediğimiz yerden ve daha nice çıkabileceği yerlerden çıkmadığında; buna gerçekten de inandım!


Seviştim!
Sabah sınıfa gelen tatlı kız öğrencilerimden birinin "Öğretmenim, biz annemle sevişiyoruz. Yani çok sıkı sarılıyoruz!" demesiyle tüm çocuklarla seviştim!


Öğrendim!
Bu hafta kendime biraz daha fazla vakit ayırınca, karşıdan gelenlere sevgimi gönderdiğimde geri dönüşünün ısısını hissettim. Üstüne gitmeyi öğrendim.

Utandım.
Bu hafta Tofu yazılarını aksatınca çok utandım:)


Unutmadım!
Her gün mutlaka kendime gülmeyi, rejimde olan kocamdan çikolataları kaçırıp kaçırıp kendim yemeyi, bir ışık olduğumu, olumlamalarımı, pot kırmamayı, ütüme göz kırpmayı, yemekleri reikiyle yapmayı, bir yeri toplarken diğer bir yeri mutlaka dağıtmayı unutmadım!

Vallahi!

sebze köftesi.....

haftasonu denemeniz için bir tarif basit ve lezzetli




malzemeler:

. 1 adet küçük soğan
. 1 diş sarmısak
. 1 adet büyük boy havuç ( rondodan geçirilecek)
. 2 adet orta boy kabak (rondodan geçirilecek)
. 1 adet taze kırmızı biber ( rondodan geçirilecek)
. 1 su bardağı ceviz içi ( ince çekilmiş)
. 1 su bardağı nohut haşlanmış ve rondodan geçirilmiş
. 1 adet yumurta
. 2 dilim ekmek içi (ufalanmış)
. 2 yemek kaşığı soya sosu
. maydonoz
. tuz
. karabiber
. kimyon
. kişniş
. un
. sıvı yağ

yapılışı:

soğanı ve sarmısağı çok az yağda kavurun
malzemenin geri kalanını kavrulmuş soğan ve sarmısağa ekleyin
yuvarlak köfte şekli verip
una bulayıp - çok az yağlanmış teflon tavada kızartın
hazırlanmış köfte malzemenin buzdolabında en az yarım gün beklemesi gerekiyor

not: ben sarmısak yemeyi sevmediğim için sarmısak koymuyorum

Turkce ve turkiye

Ilk Turkiyeye geldigimde bana garip gelen ve zor alıştığım olaylar vardı mesela ;


*
- otobüs duraklarda sıra olmaması ve oldugu zamanda otobüs kapısında aylak aylak "ben burda öyleee bekliyorum" havasında olan bir kaç kişi "arada kaynarım sıraya" ve kaynadığı zaman insanların tepkisi ya hiiiiç olmuyordu ya da kavga gürültü küfür başlıyordu


*
- telefonlaşan insanlar ve benim de tecrübem, sözlerini tutmayan arkadaşlar "bakarız" ve "görüşürüüüz" "ararım seni" deyip kapatmaları ve biliyorsun aramayacaklar ve görüşmek imkansız


*
- postada gelen koliler (yurtdışından gelen) bir hayvan saldırmışta parçalamış halde gelmesi


*
- "sizin şiveniz değişik nerelisiniz?" demeleri ve konuşmak istememek gibi bir duygusuna kapılmak, "amerikadan geldim" dediğimde tuhaf tuhaf bakmalar


*
- kafede gazete ve çay okurken "başka bir isteyiniz var mı?" sürekli sormak, sonradan biri söyledi ki öyle oturupta sadece çay içmek saatlerce ticareti yavaşlatıyormuş ondan rahatsız ederlermiş


*
- otomatik ödeme varken emekli yaşlılar neden soğukta sıcakta saatlerce sırada beklerler


*

artık alışttım sayılmaz ama sormuyorum aynı soruları. sırada beklerken biri önüme geçerse söylerim (hemde yarım saat beklemişim ve 2 otobüs önümde doldurup gitmiş), bildiğimiz "görüşürüz" demem ve birine kızdığım zaman ve cepten kızdığım kişi arayınca "efendim" diye açmam- hepsi bir maske ve yeterince maske var, koliler parçalanmış gelince "en azından benim blueberry muffin mixleri almamışlar ve mektup duruyor" diyorum, çay yanına belki yavaş yiyecegim bi tatlı alırım ve uzatırım yemeği, otomatik ödemeye inanırım ve "sırada bekleyim de bugünkü gazeteyi okuyayim" demem!!!

Khalil Gibran




Gecikme için özür dileyerek kısa bir özet vermeye çalışacağım sayfalara sığamayacak Cibran için... Yaklaşık 20 sene önce tanıştım eserleri ile ve çok sevdim..



.
Halil Cibran 1883 Lübnan doğumlu olup, sürgün edildiği ABD'de 1931 de, 48 yaşında dünyaya veda ediyor... Cibran'ı tek kelime ile tanımlamak mümkün değil çünkü aynı zamanda hepsi yani filozof, ozan, yazar, ressam ve insan...



*
"Zincirin en zayıf halkası kadar zayıf olduğu gibi, aynı zamanda en güçlü halkası kadar da güçlü olduğunu; insanları küçük çabalarının boyutlarına bakarak ölçmenin, okyanusun gücünü dalgalarının köpüklerine bakarak tahmin etmek olacağını söyler. Haksızlığa boyun eğmeyi rededer; bu doğrultuda en küçük çabayı değerli sayar. "



*
İnsanı okyanusa benzetir onun bir ve tek ulus ve ulusların kendini ulus sanan bölünmüş parçalar olduğunu görür. Maddeye tapma hastalığına savaş açar."



*
"The Voice of Master"da "ben kimim ve ne için varım" diye sorgular ve "gerçeği arayıp da onu insanlara açıklayan herkes acı çekmeye mahkumdur" der. (yaşadığı günlerde kitapları tehlikeli, ihtilalci ve gençleri zehirleyici bulunarak meydanlarda yakılmış, kendisi de Maonit Katolik kilisesi'nce aforoz edilmiş... ne ilginç değil mi, gerçek insan olmaya çalışmak, sorgulamak bazılarına tehlikeli geliyor :)




En önemli eserlerinden "Ermiş / The Prophet" ve onun devamı "Gezgin" ve ölümünden sonra yayınlanan son kitabı "Ermişin Bahçesi / The Garden of The Prophet" ta içlerinde olmak üzere 20 civarında eseri Türkçe'ye kazandırılmış.




Ve Khalil Gibran'ın sözleri ile bitirelim onu anmayı...
"Bir söz söylemeye geldim ve onu şimdi söyleyeceğim. Ama eğer ölüm engellerse beni, o söyleyecektir Yarın tarafından, çünkü Yarın Sonsuzluk'un kitabında hiçbir sır barınmaz. Yaşamaya geldim, sevgi'nin görkeminde ve Güzel'in ışıltısında; onlar ki yansımalarıdır Tanrı'nın. Buradayım yaşıyorum ve sürgün edilmem yaşam alanından, çünkü canlıdır sözüm ve ölünce de yaşatacaktır beni. Herkesin yanında ve herkesin uğrunda olmaya geldim ve bugün benim tek başıma yaptıklarım Yarın yankılanacaktır yığınlardan. Şimdi neler söylüyorsam tek yürekten, Yarın söylenecektir binlerce yürek tarafından. "



*
"Vardım
Ve varım
Sonuna dek varolacağım zamanın
Çünkü yoktur sonum benim."

cehennem......




bugün şanslı gününüz......
ilahi komedya nın ilk kitabı cehennem bitti
ve
ben bugünde ilahi komedya yazıyorum




dante ye cehennemde yaptığı yolculuk boyunca
latin şair vergilius eşlik ve rehberlik eder

dante
karanlık bir ormanda (günahkarlık ortamını simgeliyor) yolunu şaşırır....gün ağarırken bir tepenin eteğinde vergilius ( insan aklını simgeliyor) ile karşılaşır...vergilius kötülüklerden arınmak için dante yi öteki dünyanın üç bölümünü gezmeye çağırır...
ilk bölüm cehennemdir...

dante nin tasarladığı cehennem
dibe doğru inildikçe daralan bir çukurdur
bu çukur iç içe dokuz kattan oluşur
aşağı doğru inildikçe ceza ağırlaşır
cezayı veren tanrı değildir
çarptırıldıkları cezayı
insanlar yeryüzünde sürdükleri yaşamla kendileri belirlemişlerdir
cehennem
isa nın yaşamış olduğu kudüs kentinin tam altına rastlar
.cehennemin ilk katı limbus tur
limbus daki ruhlar dürüst yaşam sürmüşlerdir
ancak hıristiyanlıktan önce yaşadıkları için vaftiz edilmemişlerdir
vaftiz olmadan ölmüş ruhlar yaşar ilk katta
daha sonra asıl cehennem denilen bölüm başlar
.ikinci katta şehvet düşkünleri yaşar
.üçüncü katta oburlar
.dördüncü katta cimriler - savurganlar
.beşinci katta öfkeliler
beşinci ve altıncı katı
ağır suçluların yaşadığı ve içinde sonsuza dek
ateş yanacak olan dite kenti ayırır
.altıncı katta sapkınlar vardır
.yedinci katta başkalarına - kendilerine - tanrı ya saldırıda bulunanlar
.sekizinci kat çok kalabalık
kadın tellalları - din sömürücüleri - rüşvet yiyenler - hileciler - hırsızlar -ikiyüzlüler - bölücüler
- kalpazanlar cezalandırılır ( muhtemeldir ki sekizinci kat türklerden oluşuyor)
.dokuzuncu kat akrabalarına - vatanlarına - konuklarına - kendilerine iyilik yapanlara
ihanet edenler bulunur
cehenneme yaptığı yolculuk boyunca dante nin karşılaştığı kişiler arasında şairler - politikacılar - din adamları - kraliçeler - ünlü kadınlar - kardinaller - imparatorlar vardır
cehennemdeki yolculuğu boyunca 122 ünlü kişiyle karşılaşır
kimler yok ki......
truvalı helen bile cehennemde
vergilius ile dante cehennemden çıkarken luciferi( şeytan) görürler
yarı beline dek buzlara gömülü olarak....

11 Ocak 2007 Perşembe

Haberler....



Ben artik çift kişilikli oldum farkettiyseniz..:)


Bloğumuz harika gidiyor. Yazdıklarımızın ve birbirimizle gün içinde bu şekilde de olsa iletişime geçmenin sınırlarını zorluyoruz. Commentler daha da canlandı. Hatta Brajabanita hızını alamadı çifter çifter gidiyor :) Onları da silmiyorum. Zengin gösteriyor çünkü:) Lütfen geçmiş yazılarınızı da check edin. Çünkü eski yazdığınız yazılara, yeni commentlerin eklenmiş olduğunu göreceksiniz.

Bu işlerin zorla olmayacağını biliyorum ama yine bu yazıyı yazacağım..

İşlerimizin ve hayatın yoğunluğu nedeniyle, ayıramadığımız zamanlara saygı duyuyorum. Ama tüm aktif katılımcıların, Zeynep ve Anushila'dan yazı beklentisi var. Selen şimdilik doktorasıyla uğraştığı için izinli.. Ayrıca hala tavşanın peşinden koşuyor bir yandan. Uykusunu alıp, kendini iyi hissettiğinde döktüreceğinden eminim. Birlik bilincindeki çicegimiz Anushila'ya burda tofu enerjisi verdiğimizi söylesek, bizimle beraber terapi yapar mi? Mutlu çakıl taşlarının, mutluluk sırlarını merak ediyoruz sonra. Nilambara'nın hepimizi monitore kilitleyecek çok yazısı olduğunu biliyoruz? niye saklanıyor bunlar bizden...İrem'in farkındalık deneyimlerini dile getirmesini istiyoruz heyecanla, sonra yazdıklarının bizi düşündürmesini. Berrin, ilahi komedya'dan bizde etkilenmeye başladık sayende.... bize orada gördüğü aşkı anlatsın istiyoruz çok daha..kek ve börekler tariflerini de unutmadan.. Betül ne oldu, etiketlenmekten mi korkuyor yoksa? özgür martılar yorumlarıyla, comment kısmına çok büyük bir hareket getirdiler ama ya yazacakları..Öğrencilerine text olarak dağıttıklarını bile kıskanır durumda bırakmasın bizi..

Son bir konu
Hep beraber belirleyeceğimiz bir gün için aylık kahve molaları yapalım istiyorum. Şubattan itibaren, ayda bir kere uygun bir günde - iş çıkışı bir kahve molası...Bir kaç saat bile birbirimizi görüp, günümüzü zorlamadan bunu yapıp, gelenekselleştirirsek çok guzel olur..Her ayın ilk Perşembe günü gibi...Bu fikri konuşalım isterim.. Söz veriyorum altın gününe dönmeyecek bu toplantılar:) Kahve molası sadece..

Kendimi anaokullarındaki sınıf annesi gibi hissettim.Kuru kuru pastalar plastik tabaklarda melül melül dururken, Sınıf annesi minik bidonun içine 40 bardaklık koyduğu limonatayı plastik bardaklarla dağıtacak şimdi..

Çucuuuğmmmmm !!! Uzat bakıyım bardağını....:)

Kırmızı başlıklı kedi




*

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde kırmızı başlıklı bir kız yaşarmış. Bu kızın 2 minik kedisi varmış. Onlarla o kadar iyi anlaşır severmiş ki kendini o da kedi sanırmış.. Beraber oyun oynadıklarında ellerini onlar gibi pati olarak kullanır, kedicikleri sevgi gösterirken içinde onlar gibi mırıltılar çıktığını hissedermiş mutluluğundan...En çok süt ve peyniri severmiş kedileri gibi.. Hep sütünü ve peynirini paylaşırmış onlarla...
*
Bir gün annesi onu çağırıp, içine sevgi katılmış çöreklerden bir sepet uzatmış. “al bu sepeti ve büyükannene götür... Bu çörekler onun en sevdiği çöreklerden, hastalanıp yatağa düşmeden önce internete girip, içine sevgi katılmış tarifleri okur, zevkle yapardı anneciğim..Hele kaya tuzunda bir balık yapmıştı..Hala tadı damağımda....neyse götür bu çörekleri birazda reiki ver büyükannene...Tavşan ormanındaki yoldan da sakın ayrılma” Reiki hasta büyükannesine iyi gelirmiş...Kemiklerini ısıtır, gülümsetirmiş..
*
Küçük kedi, annesiyle vedalaşıp, çörek dolu sepeti ni ve şifa enerjisini arttıran moldavite taşını almış yanına... Hava soğuk olabilir diye, kırmızı şapkasını da takmış kafasına...Postacı Melekleri ona kırmızının şans getirdiğini söylemiş çünkü.. o da minik aksesuarlarında hep kırmızı kullanırmış..Bazen bu bir şapka olurmuş, bazen kırmızı nazar boncuklu çıngıraklı bir kolye:P
*
Kırmızı başlıklı kedi eğlene eğlene yola koyulmuş... Ağaçları selamlamış, kelebekleri izlemiş, çakıl taşlarının hatrını sormuş, mutlular mı diye? Deeksha çalışması yapan birlik bilincindeki çiçeklerin yanından onların konsantrasyonunu bozmadan sessizce geçmiş.. Kendi olumlamasını söyleye söyleye, hoplaya ziplaya devam edmiş yoluna “ ben sağlıklı bir kediyim, sağlıklıyım, mutluyum, hayat ne güzel ”.....
*
Kuşlar cıvıldamış... kendi kendine bu tavşan ormanında niye hiç tavşan yok diye düşünürken, aniden bir ağacın arkasından yaşlı bir kurt karşısına çıkmış.. Minik kedi birden irkilip, vucudunu kabartmış korkusundan.... Kurt ona bakmış korktuğunu anlayınca “ nereye gidiyorsun kırmızı başlıklı kedi” diye sormuş....
*
Büyükanneme gidiyorum...Bu yolun sonunda oturuyor...ona taze çörek götürüyorum...sizde bir tane yermisiniz ”.. diye sormuş. Kötü bir mizacı olabilir ama içinde onunda sevgi var diye düşünmüş minik kedi ve ona bir çörek vermiş cevabını beklemeden...
*
Kurt, teşekkür etmeden almış çöreği... Teşekkür etmesi de gerekmezmiş aslında... Çünkü çöreği vermek isteyen kendisiymiş... Kurt çörekten bir ısırık alıp,“ büyükannen hastaysa, gidip ona senin yolda olduğunu haber veriyim demiş”.... Etrafta dolaşan oduncunun bu minik kediye saldırırsa onu yakalayabileceğini düşünerekten...
*
Kurt, Kırmızı başlıklı kediyi arkasında bırakarak, büyükannenin evine varmış, kapısını çalmış. Büyük anne “kim o” dediğinde, “ büyükanne ben kırmızı başlıklı kedi” demiş... Büyükanne kapının açık olduğunu ve girmesini söylemiş.. Kurt o kadar açmış ki, içeri girip büyükanneyi bir çırpıda midesine indirmiş... Büyük annenin gözlüklerini ve kıyafetlerini giyip yatağın içinde beklemeye başlamış kırmızı başlıklı kediyi..
*
Kırmızı başlıklı kedi, büyükannesinin kapısına vardığında kapıyı çalmış.. Büyükannenin yatağında yatıp onu taklit eden Kurt, içeri gir demiş kart sesiyle.. Kırmızı başlıklı kedi, içeriye büyük bir gülümseme ve pozitif enerjiyle girmiş..Büyükannesini hastalığını unutturup, kendini iyi hissedebilmesini dilemiş içinden..
*
“Büyük anne bugun nasılsın" diye sormuş. Bir yandan da büyükannesini iyi görmediğini düşünüyormuş..
“Kolların neden bu kadar büyük Büyükanne?”
“Seni daha iyi kucaklamak için!”
demiş kurt.
“Kulakların neden büyük, peki?”
“Seni daha iyi duyabilmek için!”
demiş kurt.
“Gözlerin neden kocaman, peki?”
“Seni daha iyi görebilmek için,”
demiş kurt.
*
Kırmızı başlıklı kedi, tüm bu cevaplardan sonra biraz üzülmüş..
“Olmaz büyükanne, sana bir reiki seansı yapalım.. kendini bu kadar bırakmaman gerek” Moldavite taşını çıkarmış. Reiki sembolleriyle donatmış büyükannesinin bedenini...


*
Kurt ne olduğunu anlayamamiş, şaşkınlık içindeymiş.. Ne yapıyor bu kedi bana.. büyü mü yapıyor.. Benim ona oynadığım gibi, o da bana mı oyun oynuyor diye düşünerek korkmaya başlamış..
*


Kırmızı başlıklı kedi, tüm iyi niyetiyle büyükannesine iyi şeyler söylemeye başlamış kendini iyi hissetmesi için..“Büyükannecim iyi olacaksın...Yine beraber bahçede çimleri biçecegiz...Sonra uzun ve güzel yürüşlere çıkacağız...Sonra annemde senin yemeklerini özlemiş...Kendini iyi hissetmelisin.. Çünkü sen bizim için çok değerlisin “ demiş..

*
Kurt tüm bu konuşmaları dinlerken, gözleri dolmaya başlamış.. Bir yandan bu kedinin ona reiki diye yaptığı neyse uykusunu getirip hafifletiyormuş.. Ben ne yaptım diye pişman olmaya başlamış Kurt içten içe..
*
Kırmızı başlıklı kedi büyükannesiyle sohbete devam etmiş...” Orman o kadar güzeldi ki...Yeni bir arkadasim oldu gelirken...Boz renkli bir kurt..Biraz haşin ve sert bir görünüşü var ama kalbinin güzel olduğuna inandım ben. Zaten görünüşe aldanmamak gerekir. Sanırım biraz daha sevgiye ihtiyacı var. Bir daha onu gördüğümde mırıldayarak, bacaklarına sürtüneyim . ona da iyi gelir sanırım”
*
Kurt tüm bu sözlerden öylesine duygulanmış ki, ağlamaya başlamış... İçindeki tüm kin -öfke gözyaşlarıyla tüylü yüzünden akıyormuş adeta... Sonra pişmanlığı öylesine boyutlara varmış ki, masal bu ya çiğnemeden yuttuğu büyükanneyi içinden çıkarmış... Büyükanne ne olduğunun farkında olmadığı için affetmiş onu... Kırmızı başlıklı kedi de Kurt’un bu davranışı karşında ona kızamamış..Yaptığının hata olduğunu öğrendiği için, sevinmiş onun adına..
*
Kurt bundan sonra büyükanneyi koruyacağına ve hergün onu ziyarete gelip, iyi biri olacağına söz verdiğini söylemiş, kırmızı başlıklı kedinin yaptığı reiki seansından sonra uykuya ihtiyacım var diyerek ormanda kaybolmuş..
*
Kırmızı başlıklı kedi de, tavşan ormanındaki patikadan bugün neler yaşadığını düşünüp, mutlu olarak evine doğru yola koyulmuş.. gökyüzünde süzülen Özgür martılara selam vermiş... Arkasından onu takip eden postacı meleği göz kırpmış gülümseyerek ona..
*
Kurt bu ormanda korku saldığı için tavşanların saklanmış olduğu yuvalarından çıktıklarını görmüş sonra... Harikalar diyarına düşen Selen, önündeki tavşanı izlerken el sallamış ona “ acelemiz var, sınava yetişeceğiz”... Gülümsemiş Kırmızı başlıklı kedi...” iyi şanslar “ diye bağırmış arkalarından... Sonra başka bir gezegenden gelen kaplumbağa çıkmış önüne... Farkında farkında yürüyormuş kaplumbağa.... Onu görünce sevinmiş... Kaplumbağa “Eve erken gitmen gerekmiyorsa şu köşeyi geçince kahve ağaçları var.. beraber gidip biraz kemirelim mi? Hem sohbet ederiz” demiş.. beraber yürümeye koyulmuşlar...

Kırmızı başlıklı kedi, evrene bu güzel gün için teşekkür etmiş..
*
gökten üç elma düşmüş.......
biri anlatanın başına , biri okuyanın başına, diğerini de kedi yedi:)